Şairin deyimiyle; “yolun yarısını” çoktan geçmiş birisi olarak çıkıp bir tepeden doğup büyüdüğüm, ekmeğini yiyip suyunu içtiğim ve her şeyi ile hemhal olduğum şehre uzun uzun bakmak istedim. Bazen de elini sımsıkı tutabileceğim bir dost yürek ile birlikte yine o şarkı namelerindeki gibi çıkıp yıldızlardan dünyadaki, yaşadığım şehirdeki resmime çok kısa bir an da olsa bakmak istedim.

Kızıl ötesi hayaller miydi bütün bunlar? Olmayacak, ulaşılamayacak şeyler mi?

Bir şehrin ufuklarında izlerinizin olup olmadığını anlamak için yıldızlara tırmanıp oradan bakmanıza gerek yok. Yahut birilerinin sizi şaşalı sözlerle göklere çıkarmasına, masal kahramanı ilan etmesine de gerek yok. Ufkunuzun, bakış açınızın uzandığı en son noktaya kadar uzanıp oradan kendi kendinizi pekâlâ analiz edebilirsiniz.

Ömrü, azami bir asra yakın zaman dilimiyle sınırlandırılmış bir fani olarak yaşadığınız şehre sizden nice yıllar sonrasına kadar belki de dünya durdukça sizi hayırla yâd ettirebilecek bir iz bırakabilmişseniz, bu büyük bir onurdur. Ölümsüzlüktür…

Yaşadığımız şu kısacık zaman diliminde bize geçmiş nesillerden miras bırakılan doğal, kültürel ve daha birçok değerimizi emanet aldığımız ecdada ihanet etmeden gelecek nesillere, koruyarak ve üzerine çok şey katarak bırakabilmek bizim üzerimizdeki en büyük yük, en büyük vebaldir.

Bir şehir asla kent merkezinden, aristokratlardan, burjuva sınıfından ibaret değildir. Bilakis işçileri, köylüleri ve o siyasi coğrafya üzerinde yaşayan herkesin değerler bütünüdür. Nimetin güçlüler, külfetin ise güçsüzler tarafından pay edildiği bir yerde şehir kültürü adına, gelecek nesillere aktarabileceğiniz çok şey bulamazsınız. Barış olmaz, huzur olmaz velhasıl gelecek nesillere bırakılacak kültür mirasının yerine öte dünyaya götürülecek vebal yığınından başka hiçbir şey olamaz.

Otlukbeli’nin bir uçta, Kemaliye’nin diğer uçta Tercan’ın ise değerlerinden bihaber olarak kaldığı bir şehir hiç birimizin özlediği bir şehir değil. Oysaki bizler Otlukbeli’nde ecdadımızın hikâyeleri ile Eğin’in kendine has yapısı, Tercan’ın Mamahatun’u ve daha birçok değerimizle hemhal olmak ve öylece mutlu yaşamak istiyoruz.

Bugün bu noktada darmadağınık gözüken bu değerlerimizi bir araya getirebilecek, sahip çıkabilecek güçlü bir iradeye ihtiyaç duyulmaktadır. Bu irade; siyasi, kültürel, ekonomik vb. bütün toplumsal değerleri kucaklayabilecek ayrı bir yapı olmak zorundadır.

Bu iradenin yolu üniversiteden, bilimden geçmek zorundadır. Herkesten önce üniversitenin kucaklayacağı, sahip çıkacağı insanların sorunlarına bilimsel ve kalıcı çözümler üretileceği için insanlar o şehirde mutlu olacaklardır.

Yine bunun yolu ise şehri bilen bir üniversiteden geçmektedir. Rektöründen tutun da idari yapısına kadar bütün mekanizmalarını şehri seven, şehre değer veren ve hatta şehri iyi tanıyan insanlardan oluşturmuş bir üniversite ise görünen en iyi çözüm noktası olacaktır.

Şehri bütünüyle kucaklayacak, şehir için kafa yoran ve şehre değer katan insanlarla ilişkilerini sıkı tutacak, kısacası şehrin evladı bir rektör ile işe başlamak en doğru seçenek olacaktır.

Değerler baki, baki kalan ise kubbedeki hoş sâdâlar olacaktır…