Toplumsala ilişkin olarak bilim, belli bir konu üzerinde zihinsel olarak üretilmiş sistemli ve düzenli bilgilerin birikimini ifade eder. Buna göre; bilimi yalnızca denenmesi mümkün olan olgulardan yola çıkarak sistematik bilgiler üreten bir etkinlik olarak nitelemek de yetersizdir.  Bilim, hayatın kavranması, objelerin anlaşılması, tanınması, özelliklerinin tespiti ve olgular arasında hangi ilişkilerin  bulunduğunu belirlemek için kuramlar ve mümkün oldukça yasalar ortaya koymaya çalışan bir etkinliktir. Bunun gerçekleşmesi için anlama ve açıklama yapılması gerekir. Anlama ve açıklama yoluyla toplanan bazı bilgilerin doğası, onların uygulamaya yönelik bir niteliğinin de olduğunu gösterir. Bu tür bilgiler  gerektiğinde denetleme ve kontrol işlemine başvurularak sınanabilirler.(Şahin, 2006,s.25).

Bilim üzerine yapılan tanımlama ve analizlerin kesişim noktalarından biri de felsefedir. Zira felsefe, öncelikle bir düşünme biçimidir. Hayatın kavranması temelinde felsefî düşünüş; insanın algı dünyası ile dış dünya arasındaki ilişkiler süreci içinde varolan dinamik bir süreçtir. Bir anlamda düşünce, toplumsal yaşam süren insanın birey-toplum etkinliği içinde ortaya koyduklarını kavramsallaştırıp ifade edebilmesiyle oluşur. Başka bir deyimle düşünme; algılama, bilme ve kavramsallaştırabilmeden sonra topluma yansıtılabilecek düzeye gelmiş ifade edilebilir sistemli anlatımdır. (Şahin,2014, s.13).

Bilim ve felsefenin iç içeliğine ve biri birinin “olmazsa olmaz”ı konumuna rağmen, geçtiğimiz dönemde YÖK gibi bilimsel bir üst kuruluşta İlahiyat Fakültelerinden  felsefenin kaldırılmasına   yönelik girişim, bilim dünyasında şok etkisi yapmış, neyse ki bu kurum içinde de aklı selim ağır basmış, bu arkaik karardan geri adım atılmıştır. Ancak, bu ve benzerî vakalar, bazı üniversitelerde paralel devlet olmaya yönelik sinsi grupların varlığı, YÖK içinde “sinsi grup mensubu  mahlukatların veya  paralel yapıya öykünecek raddeye gelmeye çalışan “ilkel /hamasetçi” bir damarın da olabileceği konusunda kuşkulara neden olmuştur.

YÖK’ ün işlevi gereği saygınlığını koruması ve artırması için yeni dönem rektör atamalarındaki yaklaşımı, bu kuruma ilişkin algılar açısından  büyük önem taşımaktadır. Bir dönem rektör olup da bu idarî görevin gereğini yerine getirmekten aciz, buna rağmen aynı makama yapışmaya çalışan rektörlerin uygulamalarında ortaya koydukları girişimlerin somut biçimde görülmesi YÖK’ün elini güçlendirecek, bu kurumun bilim-ahlak ve hukuk çizgisinde çok daha sağlıklı kararlar almasını kolaylaştıracaktır.

 

Nitekim; bazı primitif reflekslere sahip, hamasetçi/ırkçı / lokalist (ilkel hemşehrici) yapıların emrine amade siyasilere dalkavuklukla hasbelkader bir dönem rektör olarak tayin edilmiş, ancak ilinti ve yanaşma olmaktan öte gidemeyen, halkın da asla istemediği kişilerin uygulamalarında;

- Bilim adamı yerine “bizim adam”  mantığıyla niteliksiz kişilere üniversitede “oy verecek güruh” mantığıyla kadrolar dağıtılmış ise, (ne ki insan ve bilim insanı onuruna haiz nitelikli akademisyenlerın atandığı dönemin insanı  değil, kendi kişiliğinin insanı olduğunun bilincinde kalmayı önceleyeceklerinden kuşku duyulamaz)

- Hastahanelerin doğal yapısı gereği, kalabalık kadroların mesleki taassupla yine oy deposu olarak görülmesi öncelleniyorsa,

- Sıradan laboratuar kurmakla ya da ve bu mihvalde yapılan uyduruk sempozyumların “dünya üniversitesi gereği” olduğunu söyleyecek kadar utanç verici bir öğünme kompleksine giriliyorsa,

- Bir dönem iktidarın yanında ve içinde olmakla birlikte, son kullanma tarihi hıtama erince bu kez iktidara muhalefet eden eskimiş  popilist/nankör politik zevatın safına geçen, onların himmetine sığınarak hâlâ rektörlük yarışından umut bekleyen ihtiras ön planda ise,

-  Muhalefet partisi vekillerine de sus payı adına skandal kadrolaşmalar halkın ve basının gündeminden hiç kalkmıyorsa,

- Rektör sıfatına haiz, ancak, hekim olduğu için bilim titrinden bihaber tiplerin, onur, ahlak, bilim ve adalet duygusundan mahrum; açık eleştiri yapmaktan aciz dedikoducu, bilim adamlarının arkasından havlayan yalaka yardımcılar ihdas edilip fitne ve fücurlara fırsat verilebiliyorsa,

- Rektörlük yarışında hakkıyla kadro almış kişilere, sanki babasının malını dağıtmış gibi, o insanları “vefa” gerekçesiyle  kendine oy vermeye teşne imalarla iknaya kalkışılıp, ev ev- oda oda oy dilenmeye kalkışan bir rektör profili gerçekten tiksindirici bir hale gelmişse,

- Bürolarının süsü püsünden taviz vermezlerken, her hangi bir rektörlük, basit bir fotokopi merkezi bile kuramayıp tüm öğrencileri bir sahifelik ve iki kuruşluk fotokopi için 15 km. yol gidip gelmeye mahkum edebilecek kadar zavallı duruma düşmüş ise,

- İktidarın ve ilgili bakanların iradesiyle üniversite adına gösterdikleri maddi ve manevi katkılar hakkıyla kullanılmaktan çok, ufuksuzluk nedeniyle sıradanlaşmış rutin zavallılıklar adına harcanıyor ise,

- Halkın ve hemen hemen tüm STK’ ların artık asla istemedikleri bir rektör mevcut halde hâlâ aynı makamda kalmanın çırpıntısı içinde kalmaya devam ediyorsa,

YÖK ve ilgili üst makam bütün bunları göz ardı edemez, edemiyecektir.

 

Erzincan Üniversitesi’nin rahmetli Rektör Prof. Dr.Erdoğan Büyükkasap’ın “BİR DÜNYA ÜNİVERSİTESİ” hayali geçtiğimiz dönemde rafa kalktığını, bu süreçte halktan ve bilimden büyük oranda kopmuş sıradan bir kurum hâline dönüştüğünü görmemek, öncelikle akla hakaret olur.

İnancımız o ki, mevcut rektör hâlâ adaylıkta diretir ve  YÖK sıralaması için ismi yukarı ulaşırsa, YÖK, bu adı  Cumhurbaşkanlığına sunmayı bile asla düşünmeyecektir.

 

----------

Şahin, Tahir Erdoğan Şahin,(2006);  Bilim, Bilimler ve Bilgi Alanları, Ankara.

Şahin, Tahir Erdoğan Şahin,(2014);  Ana Hatlarıyla Felsefe ve Felsefî

Düşünüşün Tarihçesi, AKRA/ Kültür, Sanat ve Edebiyat Dergisi, İstanbul.