İSTANBUL (AA) - HALİS AKYILDIZ - İstanbul Üniversitesi (İÜ) Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cezmi Eraslan, 2. Abdülhamid'in, geçerliliği süren bir siyasetçi ve devlet adamı olduğunu belirterek, "İslam Birliği politikası, hem iç hem dış politikasının mihveridir. Bu gerek içeride gerek dışarıda bugün de uygulanabilir bir politika. Türkiye son 15-20 yıldır birebir olmasa bile öz itibarıyla 2. Abdülhamid'in İslam dünyasına dönük politikasını hayata geçirme çabası içerisinde. Bu önemli bir şey." dedi.

Eraslan, Osmanlı Devleti'nin 34. padişahı Sultan 2. Abdülhamid'in vefatının 100. yılında AA muhabirine yaptığı değerlendirmede, İttihat ve Terakki'nin 2. Abdülhamid dönemindeki politikaları devam ettirmediğini anlattı.

2. Abdülhamid'in Osmanlı'nın son döneminin en muktedir ve donanımlı devlet adamı olduğunu vurgulayan Eraslan, "Kendisinden önce ve sonra devletin karşılaştığı problemlere baktığımız zaman, koyduğu teşhisin ve yapmaya çalıştığı işin ne kadar önemli olduğunu görüyoruz." diye konuştu.

Cezmi Eraslan, 2. Abdülhamid'in 1876-1909 arasında tahtta kaldığına dikkati çekerek, dönemin zor olduğunu ifade etti.

2. Abdülhamid'in geçerliliği süren bir siyasetçi ve devlet adamı olduğun vurgulayan Eraslan, sözlerini şöyle sürdürdü:

"İslam Birliği politikası, hem iç hem dış politikasının mihveridir. Gerek içeride gerek dışarıda bugün de uygulanabilir bir politika bu. Türkiye son 15-20 yıldır birebir olmasa bile öz itibarıyla 2. Abdülhamid'in İslam dünyasına dönük politikasını hayata geçirme çabası içerisinde. Bu önemli bir şey. 2. Abdülhamid'in uyguladığı bu politika devleti yaşatmak adınaydı. Hem modernleştirmek hem yaşatmak adına. Bugün de en üst seviyede Sayın Cumhurbaşkanı ifade ediyor. Bir varlık mücadelesi veriyoruz. Sınırlarımızın dışında adeta yedi düvelle mücadele eden bir konumdayız. Dünyanın neresinde bir Müslüman zulme, baskıya uğruyorsa bununla ilgilenmek durumunda. 2. Abdülhamid'in de yaptığı buydu. Tabii bu yapılırken topla, tüfekle, silahla değil. 2. Abdülhamid'in İslam Birliği politikası, Batı dünyasında panislamik, saldırgan bir hareket olarak yorumlandı."

Prof. Dr. Cezmi Eraslan, Müslümanların hilafet üzerinden bir ümit ışığı, dayanabilecekleri bir otorite ihtiyacının had safhada olduğunu kaydederek, 2. Abdülhamid'in de bunu devleti devam ettirmek, milleti bağımsız yaşatabilmek için uygulayabileceği en uygun politika olarak hayata geçirdiğini dile getirdi.

2. Abdülhamid'in içeride pek çok şey yaptığını belirten Eraslan, hem devletin, başkentin, İslami ve dini müesseselerin imajını düzelttiğini hem de İslam alemiyle iletişim halinde olabilmek için önemli adımlar attığını aktardı.

Eraslan, 2. Abdülhamid'in saltanatı süresince İstanbul'dan çıkmamasına rağmen, mülkünde olup bitenleri günü gününe, dakikası dakikasına öğrenebilecek bir sistem geliştirdiğinin altını çizdi.

Abdülhamid'in Filistin'e bakışı

Türk devlet geleneğinde hanedan ya da hükümdarın mülk ve toprakları kendi malı gibi görmediğini anlatan Eraslan, söyle konuştu:

"Bu, Türk tarihinin bilinen en eski devirlerine kadar gider. Dolayısıyla 2. Abdülhamid'de aynı şeyi görürsünüz. Millete aittir. Millet, Osmanlı-Türk devlet telakkisinde Allah'ın emanetidir. Dolayısıyla onun hukuku gözetilmek durumundadır. Şahsi malı, mülkü değil. O açıdan da Filistin meselesinde de ve sair yerlerde de stratejik olarak son dönemde artık müdafaa edemeyeceğimiz yerler söz konusu olduğunda dahi devlet bunun için mücadele etmeden toprak terk etmemiştir. Bu anlayış dolayısıyladır. Mücadele etmeden bir vatan toprağını terk ederseniz vatan hainisiniz. Selanik, 1912'de Balkan Savaşı'nda tek kurşun atılmadan içinde askeri birlik olmasına rağmen, Yunanistan'a teslim edildi. Teslim eden komutan ve çocukları ölene kadar Yunan Devleti tarafından baş tacı edildi. Bu bir ihanettir. İnsanlar şöyle düşünüyor; 'Direnseydi Selanik harap olurdu, yıkılırdı.' Savaş olur, yıkılır. 'Aman yıkılmasın, eserler kalsın.' diye memleketi birisine verebilir misiniz? Dolayısıyla Filistin mevzusu Abdülhamid'in uzak görüşlülüğünü, toplumunu ne kadar iyi tanıdığını gösteren bir örnek aslında."

Prof. Dr. Eraslan, 2. Abdülhamid'in tahta geçtikten bir süre sonra yabancı müesseselerin açılması iznini (Maarif Vekaleti) Bakanlık'tan kendi üzerine aldığını belirterek, "Ama maalesef dış, ekonomik ve askeri ilişkiler dolayısıyla dışarının desteğine ihtiyaç duyduğumuz anda muhatap önce ülke genelinde gayriresmi açılmış müesseselerin listesini getiriyor. 'Bunları onaylayın, kanuniliğini kabul edin, görüşmeye ondan sonra başlayalım.' Abdülhamid de bunları onaylamak zorunda kalıyor. Abdülhamid'in büyüklüğü biraz da o imkansızlık, o şartların zorlamasına rağmen temel değerlere önem vermesi ve devleti muhafaza etmesinden kaynaklanıyor." ifadelerini kullandı.

"Abdülhamid, Osmanlı'nın son muktedir adamıydı"

Eraslan, "2. Abdülhamid'in 1876-1909 arası uygulamalarına baktığınız zaman hakikaten devletin ömrüne ömür kattığını söylemek mümkündür. Osmanlı, Cumhuriyet'in ilk döneminde eleştirilirken ağırlıklı olarak Abdülhamid üzerinden eleştirildi. Çünkü Abdülhamid, Osmanlı'nın son muktedir adamıydı." dedi.

2. Abdülhamid'in Filistin bölgesinde Yahudi yerleşmesini engelleme konusundaki gayretinin kendisi tahttayken devam eden bir politika olduğunu aktaran Eraslan, İttihat ve Terakki'nin muhalefet anlayışının her ne olursa olsun 2. Abdülhamid'i tahttan indirmeye dönük olduğuna vurgu yaptı.

Cezmi Eraslan, İttihat ve Terakki'nin Ermeni, Yahudi, Rum, akla gelebilecek herkesle ittifak ettiğini dile getirerek, "Abdülhamid'i indirdikten sonra da ittifaka dahil olan, İttihat ve Terakki'ye destek veren herkes kendi çıkarını istedi. Toprak verme, yerleşme hadisesi, Filistin'e Yahudi yerleşimi çok büyük bir hızla artış gösterdi. 1948'de de yeni bir devlet olarak çıktılar ve o tarihten bu tarihe bakın bölge huzur görmüyor." değerlendirmesinde bulundu.

Prof. Dr. Eraslan, Osmanlı'nın 34. padişahı 2. Abdülhamid'in etrafında güvenebileceği, iş emanet ettikten sonra başka bir işe bakabileceği bir kadrosunun olmadığını bildirerek, şunları kaydetti:

"Bu Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde de böyle. Atatürk için de bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bugün bile var. Sayın Cumhurbaşkanı'nın yalnızlığını görüyorsunuz. Bütün bunlara rağmen 2. Abdülhamid'in herkesi kabiliyeti ölçüsünde, devletin menfaatlerini gerçekleştirmek adına iktidarları kadar kullanabilmeyi hedef olarak alan bir bakış açısı var. Bu manada hakikaten devletin son döneminde çok büyük bir işlev gördüğünü düşünüyorum."

"Abdülhamid alternatif politikalar üretebilen bir zekaya sahip"

Eraslan, 2. Abdülhamid'in 1. Dünya Savaşı'nın çıkacağını 93 Harbi'nden itibaren beklediğini dile getirerek, 93 Harbi'nden sonra başkenti muhafaza etmek için ilk yapılan işin boğazları tahkim etmek olduğunu kaydetti.

Çanakkale'yi ayakta kalabilecek hale getiren kişinin 2. Abdülhamid olduğunu anlatan Eraslan, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Abdülhamid'in yaklaşımı şu; çıkacak savaşta kim başarılı olur? Denizlere hakim olan devlet başarılı olur. Bu kim? İngiltere. İngiltere'nin bizi ihmal etmemesini sağlayacak bir seviyeye çıkmamız lazım. Bütün çaba müttefik olabilecek pozisyona gelebilmek. 'Abdülhamid tahtta kalsaydı Türkiye savaşa girmezdi.' diyorlar. Kaçınılmaz bu, savaş çıkacak. Şu bir vakıa; Abdülhamid alternatif politikalar üretebilen, o yokluk ortamında dahi farklı çözüm yolları arayan ve bulabilen bir zekaya sahip."

"Abdülhamid döneminin ürünü olan nesil, Cumhuriyet'i kuran nesildir"

Prof. Dr. Eraslan, İstiklal Harbi'ni veren ve Cumhuriyet'i kuran kadronun ortalama 1880'li yılların nesli olduğunu belirterek, şu ifadeleri kullandı:

"Mustafa Kemal Paşa, (Kazım) Karabekir, İsmet (İnönü) Bey, en yaşlıları Fevzi (Çakmak) Paşa'dır. 1882 tarihi 2. Abdülhamid'in İslam Birliği politikasını bir devlet siyaseti olarak hayata geçirdiği tarihtir ve gerek Balkanlar'da gerek Anadolu'da yetişen bu insanlar Abdülhamid'in bu sistemi içinde yetişti. Aslına bakarsanız fiilen o dönemin ürünüdürler. Abdülhamid döneminin ürünü olan nesil, İstiklal Harbi'ni veren, Cumhuriyet'i kuran nesildir. Abdülhamid politikasının başarısını bundan daha iyi gösterecek ne olabilir, bilmiyorum.

2. Abdülhamid ve Atatürk'ün en büyük şanssızlıkları, anlaşılamamış olmak ve yalnızlıktır. Dertleri tek adam olmak değil ama maalesef yalnız kalmışlardır. Devleti ve milleti anlarsak Abdülhamid'i anlarız. Türkiye sevdası olanların devleti de milleti de bütün değerleriyle iyi öğrenmeleri lazım. Abdülhamid, bunun en güzel örneğidir."