Türkiye Yazarlar Birliği tarafından bu yıl otuz üçüncüsü düzenlenen “Yılın yazar, fikir adamı ve sanatçıları” ödüllerinden; “Sözlü ve Sosyal Tarihi ile Üzümlü- Cimin” adlı eseri ile Şehir Kitapları dalında ödül alan, Erzincan’ın aksakallı kalemlerinden Halil İbrahim Özdemir’in henüz çiçeği burnundaki hikâye kitabının adıdır; Elif Alfa Depremi…

Hani şu mübalağalı sözlerimiz vardır ya bizim, yeri ve zamanı geldiğinde çok şey anlatan. İşte o sözlerimizden birisi ile anlatmaya çalışacak olursak “bir soluk” da okuna bilinecek, bizden bir hikâye.

Ben bir hikâyeciyim. Hani şu canınız sıkıldığında; “Git başımdan, bana hikâye anlatma yahut yeter kes şu hikâyeyi!” dediğiniz insanlardanım. Oysaki sizde biliyorsunuz ki, hayatın ta kendisidir hikâye. Bir solukta okuduğum bu Elif Alfa Depremi adlı hikâye kitabı da bana hikâyenin hayatın; ta kendisi olduğunu göstermektedir.

Her ne kadar, kapak tasarımı size kitabın içeriğini çağrıştırsa da yine de hikâyenin derinliklerine inildiği zaman, asıl mevzuyu anlayabiliyorsunuz.

Bu hikâye, bir zamanlar birbirine kadim düşman iki alfabenin ilk harfleri olan Elif ve Alfa, bir de Erzincan çukurunun öfkeli zamanlarından bir zaman yani 1939 Depremi üçgeninde geçen bir trajedidir.

Hikâyeyi okurken ister istemez aklıma tıpkı Sinan Çetin’in o güzel, kısa filmi “Mutlu ol, bu bir emirdir!” de olduğu gibi Cumhuriyetin ilk yıllarında Anadolu insanının hazmetmekte zorlandığı devrimler ve tarihe düşen anekdotlar geldi. Ülkemizde geleneksel alfabeyi okuyup yazmanın harf inkılabı ile yasaklanışı insanları bir anda cahil ettiği gibi, yine o insanların yeni ve eski alfabeler arasında yaşadıkları çıkmazı da hatırlatmaktadır.

Şehrin kaldırımlarında bulduğu bir sigara kâğıdını şöyle enine boyuna inceleyip üç kere öpüp başına koyduktan sonra yüksek bir duvarın üzerine koyan yaşlı adamın yaptıklarına ben de herkes gibi önceleri bir anlam verememiştim. Ta ki adamın duvar üzerine koyduğu sigara kâğıdını gidip oradan alıp bakıncaya kadar. Sigara kâğıdı muhtemelen bir Arap ülkesinden ithal edilmişti ve üzerinde Arapça harflerle, bir şeyler yazılmıştı. Bu yazılanların Kuran’dan Ayetler olmadığını belki o yaşlı adam da anlamıştı ama onun o alfabeye olan saygısı o kâğıdı yerden kaldırmasını gerektirmişti. Yahut da tam tersi olmuş, o yazılanları ayet ya da hadis zannetmişti. Günümüzde bile hala o alfabeye hürmetinden bir şey eksilmemiş insanların elinden bir anda o kutsallarını almak ister istemez bir tepkiyi de beraberinde getirmişti…

İşte Halil İbrahim Özdemir’in “Elif Alfa Depremi” adlı hikâye kitabı bizlere şehrin o zamanlarda yaşadığı tabi ve suni depremleri anlatan bir hikâyedir. Kütüphane memurluğu yapan ve kitap sevdalısı Mehmet Efendi’nin şehrin köylerine eşeksırtında ve sandık içerisinde taşıdığı kitaplarla olan yakınlığını ve yine Mehmet Efendi’nin kitaplara olan saygı, sevgi ve hürmetini anlatan bir durum hikâyesidir. Öyle ki; Mehmet Efendi hikâyenin sonunda, şehrin 1939 yılının kışında ve bir gece sabaha doğru yaşadığı o elim depremde toprak damların altında kalan bütün ailesini bir anda unutup, yıkılan kütüphanenin enkazı altında kalan kitapları kurtarmaya çalışırken tekerrür eden bir artçı sarsıntı nedeniyle enkaz altında kalarak can verir…

Erzincanlı yazar Halil İbrahim Özdemir’in kaleme aldığı Erzincan kokan, tarih kokan ve şehrin kadim kültüründen günümüze çok şey aksettiren bu hikâye atmış dört sayfa olup herkesin okuması gereken bir hikâyedir…

Hikâyecilikte her yazılan güzel hikâye mükemmeldir. Öyle ise; “Elif Alfa Depremi” de mükemmel ve okunulası bir hikâye kitabıdır…