“Ben rüyalarımdan oldum olası korkarım be abi!” diyor ve anlatmaya başlıyordum, bir önceki gece gördüğüm rüyamı. “Hayır olsun!” diyor ve anlattıklarımı durgun ve manalı bakışlarla dinliyordu…

Rahmetli Özal’ı görmüştüm. Çok üzgündü ve ağlıyordu. Sonra yanına iyice yaklaşmış ve elini öpmüştüm…

“Devlet büyüklerini rüyada görmek iyidir, hem üstelik sen elini bile öpmüşsün.” diye rüyama müspet bir yorum yapmıştı. Evet büyükler hep derlerdi ya; hayra yoralım, hayır olsun. Biz de hayra yormuştuk.

Yaklaşık bir yıldır ülkenin özellikle doğu bölgeleri ateş altındaydı. Şehit haberlerini duymadığımız gün yoktu. Memleketin neredeyse her hanesinden bir şehit verilmişti o yerlerde. Acı büyük, acı tarifsizdi.

O gün ayın on beşiydi ve ben gündüzden maaşımı almış sağa sola dağıtmaktan yorgun düşmüştüm. Üstelik Cuma günüydü ve Cuma namazında “Rabbim bize ferahlık ver!” diye dualar etmiştim.  

Akşam saatlerinde bir dostun telefonu beni korkutuyordu. “Haberlere bakıyor musun?” diye soruyordu. Uzun zamandır bir gazete okumak, televizyonun karşısına geçip haber izlemek zulüm geliyordu bana ve o akşam da yine hiçbir habere bakmamıştım. “Köprüyü kapatmışlar, sıkıntı var!” diyordu telefonun diğer ucundaki ses. Ve ardından Trt’nin bütün ruh halimi alt üst eden ihtilal bildirisi…

Hemen telefona sarılıyor ve iki gün önce rüyamı anlattığım ağabeyi arıyordum. Telefonu kapalıydı. O gece defalarca aramıştım ve kendisine bir türlü ulaşamamıştım. Ulaşabilsem diyeceğim tek şey; “ Ben rüyalarımdan oldum olası korkarım!” sözü olacaktı.

Bitmek tükenmek bilmeyen bir geceydi. Erzincan caddelerinde herkes ürkek adımlarla korkunun üzerine üzerine yürüyordu. Minarelerden yükselen sala sesleri adeta kulaklarımda seksen ihtilalının o sevimsiz sesleri gibi çınlıyordu. Sanki minareden okunan sala değil de Hasan Mutlucan’ın kahramanlık türküleriydi.  Ve yine sanki her saat başı radyolardan verilen ihtilal bildirileriydi…

Şehrin meydanında korkulu, bir o kadar da coşkulu bir bekleyiş vardı. İnsanlar sabahı büyük bir tedirginlikle beklerken, bir yandan da sosyal medya hesaplarındaki o iğrenç kalkışmaya taraf olanları imha etme derdindeydiler. Ben ise bir türlü anlatamadığım o rüyamın derdindeydim.

O gece benim gibi maaşını yeni almış, belki de birkaç günlük tatil hayalleri kuran bir kahramanın gözünü bile kırpmadan kendisini feda edişi ile şer kitlenin bütün planları tersine dönmüştü. Telefonun diğer ucundaki komutana hiç itiraz etmeden teslim olan bir durgun ses vardı ve “bu işin sonunda belki de şehadet var hakkını helal et!” sözüne hiç tereddüt etmeden “helal olsun!” diyen Şehit Ömer Halisdemir’in zamanın bütün çarklarını tersine döndüren çıkışını biz henüz ne duymuş ne de bilmiştik…

Geç gelen bir sabahın ardından gelen haberler de netleşiyor ve bizler gece boyunca yaşanan trajediyi yeni yeni öğreniyorduk.

Gün içerisinde telefonum çalıyordu. Birkaç gün önce rüyamı yorumlayan ağabey…

Akşam olaylar cereyan etmeye başlayınca telefonu kapatmış ve askeriyenin hemen altındaki Aslanlı Mahallesindeki evinden eşi ve çocuklarını da alarak epeyce uzaktaki köyüne yürüyerek, korkular içerisinde birkaç saatte varabilmişti.

Vatan sevdalısı olmasına rağmen seksen ihtilalının bütün acılarını iliklerine kadar yaşamış bir insanın muhtemel bir ihtilaldan kaçış öyküsüydü onun titreyen dudaklarından dökülenler.

O bana; “Bu milletin, her zaman bir sahibi olmuştur!” diyordu.

Benim ise bir tek sözüm olmuştu. “Ben rüyalarımdan korkarım be abi!”