Erzincan Baro Başkanı Cemalettin Özer yaptığı yazılı açıklamada "TBBM genel kurulunda yapılan görüşmeler sonucu avukatın dosya incelemesine kısıtlılık getiren yasal düzenleme ile adli aramada “makul şüphe” kriteri getiren yasal düzenleme kabul edilmiştir. Hukuk mesleğini icra eden avukatlar olarak yasalaşan bu düzenlemeleri kabul etmemiz beklenemez.

Avukatlara dosyaya erişim engeli getiren düzenleme bir ileri iki geri demokrasi anlayışının tam bir tezahürü olarak ele alınabilir.

Bilindiği üzere avukatlık mesleği 1136 Sayılı Avukatlık Kanununda tarif edildiği şekliyle kamu hizmeti olmakla birlikte yargının KURUCU UNSURU OLAN BAĞIMSIZ SAVUNMAYI temsil etmektedir. TBBM genel kurulunda kabul edilen düzenleme ile savunma kurumu ağır bir yara almıştır. Şüpheli hakkında yapılacak soruşturmalarda avukatın dosyaya erişimi kanunda sayılan sebeplerle engellenecektir. Bu durumda kişilerin suçlamalarla karşı karşıya kaldığı bir ortamda hakkındaki tüm delillere ulaşması ve kendini aklayacak şekilde etkin bir savunma yapması mümkün değildir. Dolayısıyla düzenleme adil yargılanma hakkının açıkça ihlali anlamına gelmektedir.

Bu düzenleme sadece avukatlık mesleğinin etkinliğini azaltmamakta ayı zamanda evrensel hukuk kuralı olan adil yargılanma hakkının da ihlal edecektir. Şüpheli hakkında suç isnadı bulunan kişinin kendisi hakkındaki aleyhine olan tüm delilleri bilmesi evrensel hukukun bir gereğidir. Avukatın dosyaya erişiminin engellenmesiyle şüpheli isnat edilen suç hakkında nasıl sağlıklı bir savunma yapacaktır? Kendini aklama imkânı elde edecektir? Bu durum hem evrensel hukuk kurallarına hem de anayasamıza açıkça aykırıdır.

Bu düzenleme ile adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak silahların eşitliği ilkesi çerçevesinde ciddi ihlaller tekrarlanmaya devam edecektir. Özellikle tutuklu sanıklar yönünden “tutukluluğun hukuka uygunluğunun tartışma konusu yapılabilmesi (yani tutuklamaya itiraz) bakımından önemli belgelere ulaşmanın engellenmesi” bu ilkenin, dolayısıyla savunma hakkının da ağır bir ihlalini teşkil etmektedir.

Geçmişte dosyaya yönelik bu kısıtlamalarda objektif bir ölçüt de getirilmediği ve sadece “soruşturmanın amacını tehlikeye düşürmek” gibi muğlak ve kişiye göre değişkenlik arz eden bir kriterden hareket etmek yeterli olduğu için hüküm son derece keyfi bir biçimde, dosyanın tamamını kapsayacak şekilde uygulandı ve savunma hakkı ölçüsüzce kısıtlandı. Bu nedenle düzenlemeyi savunmamız mümkün değildir.

Düzenleme şeklide ayrıca mesleğimiz açısından onur kırıcıdır. Soruşturmanın amacını tehlikeye düşürmek şeklinde yapılan düzenlemedeki amaç ve gerekçe nedir? Kanun gereği soruşturmanın gizli olduğu en iyi bilenler avukatlardır. Dolayısıyla gizli yapılması gereken soruşturmalardaki delillerin, beyanların, belgelerin basına, kamuoyuna veya şüphelinin irtibatlı olduğu düşünülen diğer kişilere aktarılması kastediliyorsa bilinmelidir ki, bu konulara en hassas yaklaşan avukatlardır. Biz kendimizden eminiz. Soruşturmaların amacı tehlikeye düşüyorsa bunun sebeplerini savunma makamında değil başka yerlerde aramak gerekir. Yaşadığımız dönemde ve yakın geçmişte yasaya göre gizlilik kararı bulunan tüm dosyalardaki kişisel veriler, pervasızca ve yasaya aykırı şekilde basında ve internet sitelerinde yayınlanmaktadır. Bu durum açıkça göstermektedir ki gizliliğin ihlalini ve özel hayatın dokunulmazlığına hukuk dışı müdahaleleri yapanlar avukatlar değildir. Bununla birlikte şu ana kadar kaç avukat hakkında soruşturmanın gizliliğini ihlalden dava açılmıştır? Veya soruşturmanın gizliliğini ihlal eden kişiler hakkında açılan dava sayısına göre avukatların oranı nedir? Eminim ki bu soruya verilecek cevapla bu düzenlemenin avukatlar açısından ne kadar yanlış olduğu görülecektir.

Daha bir yıl dolmamışken her yönüyle bir geri adım olarak nitelenebilecek bu değişikliğinaçıkça siyasi saik içerdiği, hiçbir şekilde bir boşluğu doldurmak anlamında bir zorunluluktan kaynaklanmadığı açıkça bellidir.

CMK’da savunma hakkı bakımından çok önemli bir kazanım olarak nitelendirilebilecek 21.02.2014 tarihinde yapılan Kanunla getirilen değişikliğin geri alınması apaçık bir çelişkidir ve ne yazık ki hukukun belirli kişilere ve soruşturmalara göre şekillendirilmesinden başka türlü yorumlanamaz.

Bununla birlikte aramalarda “somut delile dayalı kuvvetli şüphe” kriterinin değiştirilerek “makul şüphe” kriterine geçişinde hukuki olduğunu savunmak ta mümkün değildir.

Her demokratik hukuk devletinde fertlere, maddî ve manevî varlıklarını istedikleri gibigeliştirip şekillendirebilecekleri hür bir hayat alanı tanınır. Anayasamızın 2., 20.  ve 21. Maddesiyle, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 3. ve 12. maddesi ile m. 12 ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 8. maddesinde fertlerin devletin müdahalelerindenkorunmuş hür bir alanlarına sahip bulundukları açıkça ifade edilmiştir. Yasalarında bu düzenlemelere uygun hükümler içermesi gerekir. Mevcut düzenleme koruna bu alana müdahaleyi kolaylaştırmakta ve objektif bir ölçütten ziyade keyfi uygulamaların önünü açmaktadır.

 

Somut delillere dayalı kuvvetli şüphe yerine makul şüphe kriterinin getirilmesi durumunda korkarız polisin sınırsız keyfiliği yasayla güvence altına alınacaktır."dedi