BRÜKSEL (AA) - Avrupa genelinde yakın dönemde yapılan seçimlerde beklentilerin aksine aşırı sağcı partilerin büyük başarılar elde edememesi, bu partilerin savunduğu Avrupa Birliği (AB) karşıtı politikalar ile "AB'yi bölme senaryosu"nun gerçekleşmesine engel oldu.

Avrupa'da 2008 yılında patlak veren ekonomik kriz ve özellikle Suriye'deki iç savaş nedeniyle kıtaya mültecilerin akın etmesi sonucu Avrupa genelinde aşırı sağcı partiler yükselişe geçmişti. Genellikle AB ve mülteci karşıtı bir gündemle ortaya çıkan partilerin başarılı olma ihtimali ciddi endişe yaratmıştı.

Geçen sene haziran ayında İngiltere'nin AB'den çıkma kararı ise aşırı sağcı partiler tarafından memnuniyetle karşılandı. Avusturya, Hollanda ve Fransa gibi AB için önemli ülkelerde etkin olan aşırı sağcı parti liderlerinden İngiltere'dekine benzer bir referandumun yapılması çağrısı ise var olan endişeyi artırdı.

Diğer yandan, ABD'de Avrupa'daki aşırı sağcıların genel söylemlerine benzer bir şekilde kampanya yürüten ve mülteci karşıtı olan Donald Trump'ın başkan seçilmesi, Batı dünyasındaki popülist rüzgarı güçlendirmişti.

Avrupa'da 2017 yılının bazı ülkelerde seçim yılı olması ise birçok kesim tarafından adeta "felaket senaryosu" olarak görülen aşırı sağcı partilerin iktidara gelme ihtimalini test etme imkanı sundu.

Aşırı sağın yükselişinin yarattığı "korku senaryosunun" şimdilik gerçekleşmediğini ise aşırı sağın Avusturya, Hollanda, Fransa ve Almanya'da yapılan seçimlerde büyük başarı elde edememesi göstermiş oldu.

AB-Türkiye mülteci anlaşması

Özellikle Suriye'deki savaş ve DEAŞ terör örgütünün etkinliği sonucu Avrupa'ya akın eden mülteciler, kıtada büyük endişe yaratmıştı. Avrupa başkentlerinde gerçekleşen terör saldırıları sonucu kamuoyunda büyüyen korkuyu aşırı sağcı partiler adeta sömürerek popülist gündemlerinde mülteci karşıtı söylemlere ağırlık vermeye başladı.

Diğer yandan, AB ile Türkiye arasında geçen sene mart ayında imzalanan mülteci anlaşması kıta ülkelerine rahat bir nefes aldırdı. Anlaşma sonucu Avrupa'ya giden mülteci sayısında yüzde 97 civarında azalma kaydedildi.

Düşünce kuruluşu Avrupa Dış İlişkiler Konseyinin Berlin Temsilcisi Josef Janning, "Manşetlerde mülteci krizi olmayınca ortaya çıkan sonuç bu. Aşırı sağcı popülistler dağılma sürecine giriyor. AB'yi aşırı milliyetçi politikalarla bölmenin o kadar da kolay olmadığını görüyoruz." şeklinde konuştu.

Avrupa genelinde ekonomik düzelme

Avrupa'daki 2008 ekonomik krizinin etkilerinin 2016 itibariyle azalma göstermesi de aşırı sağ kampanyanın söylemlerinin cazibesini azaltan faktörler arasında yer alıyor. AB Komisyonundan yapılan açıklamalara göre, AB üyelerinin önümüzdeki iki yıl boyunca büyüme kaydetmesi bekleniyor. Aşırı sağcı partilerin hedef aldığı işsizlik oranlarında genel bir düzelmenin yanı sıra, kıta genelinde özel tüketimin büyümedeki temel etken olacağı öngörülüyor.

Trump ters etki yaptı

ABD'de aşırı söylemlerle seçilen ve AB bütünleşmesi yerine egemen devletlere verdiği desteği açıkça belirten Trump'ın başkanlık koltuğuna oturmasının, Avrupa'da aşırı sağın elini daha da güçlendireceği düşünülüyordu.

Ancak, Avrupa'daki seçmenlerin tercihine bakıldığında, Trump'ın ters etki yaptığı değerlendiriliyor. Özellikle 7 Müslüman ülkeden mülteci alımını yasaklayan Trump, Avrupa'da büyük tepki toplamıştı. Avrupalı seçmenlerin genelinde aşırı sağa oy vermekten kaçınarak "ABD ile aynı hatayı yapmama" kanısının yaygınlaştığı görülüyor.

Le Pen merkezi çizgideki Macron'a yenildi

Fransa siyasetinde 1972'den bu yana aşırı sağın temsilcisi olan Marine Le Pen'in babasından devraldığı Ulusal Cephe (FN) partisi, 2011'den beri girdiği her seçimde oylarını artırdı.

Le Pen, cumhurbaşkanı seçiminin ilk turunda​ 7 milyon​, geçen hafta gerçekleşen ikinci turunda ise yaklaşık 11 milyon oy aldı. AB ve uluslararası işbirliği yanlısı Emmanuel Macron, AB'den ayrılmayı, sınırları göreve geldiği gün kapatmayı, ortak para birimi avrodan çıkışı savunan Le Pen karşısında kolay bir başarı sağladı. Macron'un oy oranı yüzde 66.06'ya çıkarken, Le Pen'in oyları yüzde 33.94'de kaldı.

Macron'un seçilmesiyle Fransa'nın da birlikten ayrılması riski ortadan kalktı. Bu sonuçla birlikte AB derin bir nefes aldı.

Fransa'da aşırı sağın yükselişi son 20 yılda süreklilik arz ederken, iki turlu seçim sistemi sayesinde diğer partiler baraj uygulayarak bir nevi bu yükselişin sandık sonuçlarına yansımasının önüne geçiyor.

Wilders'in "devrim" çağrıları sonuç vermedi

Hollanda'da ise aşırı sağcı Özgürlük Partisi (PVV) lideri Geert Wilders mart ayında yapılan genel seçimlerde oyların yüzde 13'ünü alarak yüzde 21,2 oy alan Mark Rutte'nin liderliğindeki Liberal Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisinin (VVD) gerisinde kaldı.

Seçilmesi durumunda "Avrupa'da devrim" başlatacağını beyan eden ve mülteci ve İslam karşıtlığıyla öne çıkan Wilders, Hollandalı seçmenden beklediği desteği alamadı.

Hofer, Avrupa'nın ilk sağcı cumhurbaşkanı olacaktı

Avusturya’da aşırı sağcı Avusturya Özgürlük Partisinin (FPÖ) cumhurbaşkanı adayı Norbert Hofer yüzde 46’lık bir oy oranıyla 2016 Kasım ayında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybetti.

Hofer’in Avrupa’nın ilk aşırı sağcı cumhurbaşkanı olma ihtimali ve özellikle üyesi olduğu partinin AB karşıtı açıklamaları kaygılara neden olmuştu.

ABD’de Trump’ın kazanmasının, Hofer’in oylarını artıracağı iddia edilmiş, toplumda "Hofer kazanıyor" algısı oluşturulmaya çalışılmıştı. Ancak seçmenlerin tercihi Yeşillerin desteklediği bağımsız aday Alexander Van der Bellen’den yana oldu.Van der Bellen, oyların yüzde 53'ünü alarak cumhurbaşkanı seçildi.

Avusturya'da hükümeti oluşturan sosyal demokrat ve merkez sağ partilerin yeni çalışma programı ile ülkedeki ekonomik sorunlar başta olmak üzere sığınmacı ve yabancılara yönelik politikalarını güncellemeleri, aşırı sağın sıklıkla gündeme taşıdığı ve toplumda kaygılara neden olan konulara yönelmelerinin aşırı sağın gerilemesine katkı sağladığı düşünülüyor.

Almanya'nın ırkçı partisi geride kaldı

Almanya'daki aşırı sağcı ve popülist "Almanya için Alternatif" (AfD) partisi de ülkenin mart ayında yapılan Saarland seçimlerinde başarılı olamadı. Almanya'da 24 Eylül'de yapılacak federal meclis seçimleri öncesinde yapılan eyalet seçimlerinin barometre niteliği taşıdığı düşünülüyor.

AfD'nin oyların yüzde 6.2'sini aldığı seçimlerde Almanya Başbakanı Angela Merkel'in Hristiyan Demokrat Birliği partisi yüzde 40,7'lik oy oranıyla önemli başarı gösterdi.

Brexit öncesi İngiltere'deki sağcı parti hezimete uğradı

İngiltere’de AB, göçmen ve İslam karşıtı görüşleriyle öne çıkan aşırı sağcı Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP), geçen hafta yapılan yerel seçimlerde ülkenin siyasi haritasından adeta silindi.

2015 genel seçiminde ülke genelinde yüzde 12.6 oranında oy alarak 3. büyük parti konumuna ulaşan UKIP, geçen yıl yapılan referandumda da ülkenin AB’den ayrılması (Brexit) için çalışan kampın başını çekmişti.

UKIP 2015 genel seçiminde aldığı yüksek oy oranına karşın parlamentoya sadece 1 milletvekili sokabilmişti. Geçen hafta yapılan yerel seçimde de sahip olduğu 145 belediye meclis üyeliğini kaybederken, sadece 1 meclis üyeliği kazanabildi.

İngiliz halkına temel vaadi ülkeyi AB’den koparmak olan UKIP’in, bu rolünü Başbakan Theresa May’in liderliğindeki Muhafazakar Partiye kaptırmış olmasının, partinin “varlık nedenini” ortadan kaldırdığı yorumu yapılıyor. Nitekim, May’in partisi yerel seçimde 563 yeni belediye meclisi üyeliği ile 4 belediye başkanlığı kazanarak seçimden en karlı çıkan parti oldu.

May’in 8 Haziran’daki genel seçimde de Brexit politikasını temel propaganda malzemesi yapacağına dikkat çeken siyasi gözlemciler, UKIP’in 2015’te aldığı desteğin Muhafazakar Partiye kaymasını bekliyor.

Avrupa genelinde beklentinin aksine şimdilik büyük başarı elde edemeyen aşırı sağcı partilerin halen merkezi çizgide duran partilerin karşısında en güçlü alternatif olduğunu da göz ardı etmemek gerekiyor.