Bir sabah radyonuzun sesini açtığınızda kulaklarınızın aşina olduğu o ince cura sesi ile karşılaşıyorsunuz; “Bizim eller, ne güzel eller…” ve birkaç kez dokunuyor yüreğinizin tellerine. Kulaklarınızda yankılanan bu kadim ikaz sesi alıp götürüyor sizi taa eski zamanlara…
Anamın tabiriyle; yağmurun, çamurun gırla gittiği bir mayıs akşamında tanışmışım bu fani dünya ile. Bakmayın siz anamızın karnına sığariken, dünyaya sığmayan şu başımıza. Biz yokluk yıllarının yarı köylü, yarı şehirli lakin mutlu çocukları olarak büyüdük. Köylüleşmedik belki ama aristokrat da değildik...
Köylerin saf ve sade duyguları ile medeniyetin ruhsuz amma tatlı ananeleri arasına sıkışmış insanların kimi zaman yadırgadığı, kimi zaman ise baş tacı ettiği bir gelenek ile hemhal olmuştum. Hemen yanı başımdaki bir dost bana adı doğum günü olsa da yüreğinin sesini göndermişti Anadolu kokan namelerine iliştirip.
Bir bahar ayında toprağa düşen dikensi bir gül tohumuydu adeta o duygular. Sol yanıma, yani yüreğimin tam üzerine batırdım o tohumları ve yeşermesini, gövermesini beklemeye koyuldum.
Ben onu Trt Erzurum Radyosundan dinlediğim çeşitli programlarda değerli eşi Güldengül Batıbay Şahin Hanımefendi ile birlikte bölgemize, Anadolumuza kattıkları değerlerle tanıdım. Ömrün uzun olsun, yüreğine sağlık değerli dost Mehmet Sahin…
Senin yüreğinden “Güne düşen Damlaları” virgülüne dahi dokunmadan bir kez de ben paylaşmak istedim…
***
Viladetimizin sene-i devriyesine dair tebrikat vesilesiyle
naçizâne bir teşekkür hükmünde beyanımızdır:
Hayırsızlıktan değil de, hazırlıksızlıktan biline bu gecikme…
Zira; dünya kapısına bırakıldığımız Anadolu köşesinde
talim eylenen bir hal miydi sanırsınız, doğum günü kutlamaları ?!
Neticede ilk fotoğrafı, doğduğu köyde değil,
taşındığı ilçede, üç yaşındayken çekilmiş biridir muhatabınız.
Ha, ‘Bütün bütün mü kabuğunda yaşadın,
büyüdüğün koca koca şehirlerde ?’ diye sual eden olursa;
köylülüğümüz nüfus kayıtlarında değil sadece,
sosyolojik tanımlarda da sübut bulmuş bir hal !...
Çoluk çocuğa karışınca insan,
âdetler geçmişten ziyade, bugünden çalıyor kapıyı.
Onların hatrına merhum şair gibi, eğilmeyi de öğreniyorsun,
şen şakrak doğum günü kutlamalarını da…
Fakat; baş döndürücü hızı ve ısrarına rağmen,
modern hayatın biz eski kafalılara benimsetemedikleri de var…
Şimdiki zamandan şikayetçi göründüğüme bakmayın,
nimetlerinden de habersiz değilim elbet…
Yığınla şekva edilecek yanı olabilir ama;
bendeniz sosyal medyanın hakkının da verilmesi taraftarıyım !
Misal; doğum günü kutlamaları !
Biz gündelik telaş ve koşuşturmaca bahanesinin güçlü kalesine sığınırken,
özel günleri takip suretiyle tarafımıza bildiren
Facebook ve benzerlerine teşekkür de mi etmeyelim ?!
‘Hem hayırsız hem geveze’ deseniz de darılacak yüzüm yok ama;
tadında bırakmalı…
Hoş, bendeki ‘Yüz değil, Kayseri’ye çarık’, anamın tabiriyle…
Yaklaşmışken, sona varalım;
‘Bir satır, bir kelime neticede’ diye bakmayın !
Sosyal medya teşvikiyle olsa da, düşünülmek, hatırlanmak iyi…
Her kim ki; belki bir kısmı yakından tanımasına rağmen,
bendenizin dünyaya geliş yıldönümünü kutlamaya değer buldu
ve lütfedip yazıya döktü hissiyatını,
ayağına taş, kirpiğine yaş değmesin, berhüdar olsun !…
Kıst-ı hürriyete uğramasın, derd-i maişete düşmesin !
Umudu budanmasın, ufku kararmasın !
Tuttuğu altın olacaksa bile, vefâ gerekeni bırakmasın !
Hâsılı; cism ü cânı ve dahi vicdanı sağlıcakla kalsın !...
***
Kısmen hususi surette seyredecektir
arz-ı şükranda bulunduğumuz satırların kalanı:
Kıymet kiminde kendinden menkul kimindeyse, muhataptan lütuf…
Biliriz; virgülden sonrasıdır hissemiz…
Fakat; bendenizden söz edecek yazıya,
‘Gökteki yıldızlar’la bezenmiş bir cümleyle başlayan Dost’a ne demeli,
hüsn-ü zannının büyüklüğüne nasıl inandırmalı kendisini, onu bilemedim…
Söylenen bunca güzel sözün kaynağı, söyleyendir, bu biline evvela !
Ainedarlığına dahi liyakatim bulunmayan iltifatlardan ötürü,
hakkıyla teşekkür edemeyeceğime göre;
ben de doğum günü vesilesiyle kendisine dikkat çekeyim…
Okuyan bilir, bilmek isteyen de okur, bundan sonra…
Yazdıklarından yazara ulaşılabilirse,
O’nun eserlerinden çıkılacak yolun sonunda varacağınız kimse;
‘İnsan insanın kurdudur’ ezberini bozan,
hatta, mevcut şerait-i umumiye dahilinde
varlığından şüphe duyacağınız kadar, hilm sahibi bir ehl-i kalemdir…
‘Sarıkamış’ hüznüne belenmiş gönlüyle,
her ‘Doğu Ekspresi’nden inmesi muhtemel bir öğretmendir belki…
Belki de, ‘Gökmavi’ umutların ardı sıra,
‘Bana Aşkı Anlatır Mısın’ diyecek kadar içten bir yazar…
‘Dergâh’tan ‘Kardelen’e Mektuplar’ gönderir bazen,
bazen de ‘Son Cemrem’ der ve öyküler sürer kaleminden filiz filiz…
Sanmayın ki; dünyadan çekmiş köklerini,
bulutların üstünde çiçek açan bir hayal ağacıdır !...
Nasıl da tezat düşer; sanki narin bir kuş teleğiyle yazılmış satırlarla,
kadı huzurunda son bulan ateşin itiraznameler !
Yürekten yana sağlam olan;
kılıç gibi de çeker kalemini, kuğu boynu gibi büker de…
Dostlar arasında mahcup mahcup dökülen sözcükler,
mevzu gelip hakka, hakikate dayanınca dudaklarından mermi gibi saçılır !
Kâh bir köşe yazısında dalgalanır her biri, isyan bayrağı misal…
Kâh bir şiirin dizelerinde yükselir, muhatabının gözüne gözüne…
Böyle bir dostun sahiline varmışsa sefinemiz, şükür gerek bize…
Derler ki; nimetin şükrü nimet cinsinden olur.
Biz de, haddimizi aşmadan tamam edelim sözü:
Kalanı gideninden güzel olsun ömrünüzün,
Sevgili Ağabeyim Hamdi Ülker !...