Köyün birinde su kuyusuna bir adam düşmüş.
Tüm köylüler toplanmış adamı çıkarmak için uğraş veriyorlarmış ama zaman hızla geçmesine rağmen adamı bir türlü çıkaramıyorlarmış.
Adam yarı beline kadar suyun içerisinde yalvarıyormuş ne olur çıkarın artık beni diye.
Oradan pirifani yırtık sökük elbiseli ermiş bir kişi geçiyormuş. Sesler ve bağrışmalara kulak kabartmış ve kuyunun çevresindeki kalabalığı görmüş. Sonra merakla kalabalığı yara yara kuyunun yanına kadar gitmiş.
Kuyunun içerisinde yarı beline kadar suyun içerisinde olan adam;
Artık dayanacak halim kalmadı, ne olur çıkarın beni diye haykırıyormuş.
Ermiş kişi kalabalığa sormuş;
Bu adam kuyuya düşeli ne kadar zaman oldu?
Kalabalıktan biri, yaklaşık iki saat demiş.
Peki, iki saattir ne yapıyorsunuz kuyunun başında?
İp getirdik, aşağı sarkıttık ama bir türlü ipi kuyudakine eriştiremiyoruz.
Neden?
Diye sormuş ermiş kişi.
Kalabalık adına başka biri cevaplamış erenin sorusunu; yahu adam çekil git başımızdan da işimize bakalım, neden olacak görmüyor musun? Kuyu çok derinde ondan demiş.
Ermiş kişi gülümsemiş bu cevaba, oradakiler iki saattir uğraş verdikleri halde kuyudaki adamı çıkaramamanın siniriyle kızmışlar erene.
Neden gülersin, ortada gülünecek bir konu yok, sen git yoluna da bizde işimize bakalım artık demişler.
Ermiş kişi demiş ki ; ağalar sizin basiretiniz bağlanmış, hepiniz kuyunun derinliğinden bahsediyorsunuz.
Oradaki adamı çıkaramamanızın nedeni kuyunun derinliği değil, sizin kuyuya salladığınız “İPİNİZ KISA”. Uzatın ipinizi çıkarın kuyudaki adamı.
Dinlemişler ereni hemen başka bir ip daha getirmiş, iplerinin ucuna bağlamışlar. Sonra da kuyuda ki adamı çıkarmayı başarmışlar.
Ermiş kişi onlar yeni ipi bağlarken, ayrılmış yanlarından.
Adamı kuyudan çıkardıktan sonra, bütün gözler ermiş kişiyi aramış ama onu görememişler.
Kalabalıktan biri şunu söylemiş; her insanın aklına ihtiyacımız olduğunu ve hiçbir insanı küçümsemememiz gerektiğini biraz önce yaşadığımız olayla hepimiz çok iyi idrak ettik.
Çünkü Allah insanları yaratırken onlara en büyük hazine olarak aklı vermiştir. Bu ermiş kişi bize şunu öğretti ki; “HİÇBİRİMİZ tek, tek HEPİMİZ KADAR AKILLI DEĞİLİZ”
Bundan böyle her konuda herkesin fikrine müracaat etmeliyiz.
Zengin, fakir ayırmadan…
Din, dil, ırk ayrımı yapmadan.
Yerli yabancı diye sınıflandırmadan.
Kadın erkek ayrımı yapmadan…
Siyasi görüş ve farklı düşüncelere takılmadan.
Eleştirenleri hafife almadan…

Herkesten öğreneceğimiz, her akıldan alacağımız dersler olduğunu unutmayalım arkadaşlar.
Bunu bir köylü söylüyor.
Ama bazen şehirlerde çok önemli mevkileri işgal edenler bunu düşünemiyorlar.
Sanıyorlar ki sürekli baş oldukları makamların gerçek sahipleri, onlar.
Ama asıl gerçek; tevazuda, insan kalbi kazanmada, gönüllerde yer tutmada, sinerjiyi oluşturmada.
Birilerine bir şeyleri çek ederek çarklar dönmüyor.
Bakın bu şehre sevdalıyız diyen insanların bile sesleri solukları çıkmıyor artık.
Acaba neden dersiniz?
Beynimizi, yüreğimizi Erzincan dışına yönlendirenler, bunun cevabını çok iyi bilirler.
Şimdi bu şehri yönetenlere buradan avazım çıkıncaya kadar seslenerek diyorum ki; efendiler, sizin de ipiniz kısa, hem de bu şehrin sorunlarını çözemeyecek kadar kısa.
Biliyorum bu satırları okuyup gene hiç duymamış gibi yapacaksınız. Gene telefonlarınızı sekreterlerinize açtırıp geri dönüş yapmayacaksınız.
Ama bir gün bu şehrin gerçek sahibi olan ve şimdilerde yönetmeye çalıştığınız bu halk da sizleri duymayacaktır ve inanın bana o günler güneş hızıyla yaklaşmaktadır.