Türkiye ile Rusya arasında yaşanan krizi iyi okuyabilmek ve bu tür ciddi konuların doğru anlaşılabilmesi için hiç değilse asgari düzeyde jeopolitik bilmek ve hakimiyet kuramlarını okumak gerekir.

Türkiye ile Rusya arasında yaşanan kriz ile ilgili gerek ülkemizde, gerekse dünyada pek çok şey yazıldı, söylendi. Daha da yazılıp, söylenecek. Konuyu domates, biber meselesine indirgeyen vasat değerlendirmeler yanında, iç politika kaygısı ya da hamaset yönü ön plâna çıkan onlarca makaleye rastlamak mümkün. Hatta olayı bilimsellikten çıkarıp; politikacılar boyutunda kişisel menfaat, sevgi, nefret ve magazin düzleminde ele alanlar dahi oldu.

ÖNCE BİLGİ LAZIM

Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olunmaz. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, bu tür ciddi konuların doğru anlaşılabilmesi için, hiç değilse asgari düzeyde jeopolitik bilmek ve hakimiyet kuramlarını okumak gerekir. Nedir jeopolitik? Başta ABD olmak pek çok batı ülkesinde faaliyet gösteren onlarca jeopolitik merkezde yüzlerce uzman ne iş yapmaktadır? Kısaca söylemek gerekirse; coğrafya, tarih, ekonomi, strateji, teknoloji, politika ve kültür gibi alanlara dayanan, disiplinler arası bir bilimdir. Jeopolitik, coğrafyanın sahip olduğu veri ve imkânlar doğrultusunda, güç unsurlarının politikaya dönük etkisini açıklar. Bize ülkelerin gücünü ve uluslararası ilişkilerde olup bitenleri çok yönlü, eksiksiz ve doğru bilgiyle analiz etme imkânı verir. Şüphesiz bu husus, konumuz olan Rusya krizi için de geçerlidir.

BU KRİZ NASIL ÇIKTI?


Sahi, nerden çıktı bu kriz? 24 Kasım’da Suriye sınırımızda Rus uçağının Türkiye tarafından düşürülmesinden sonra yaşananlar göstermiştir ki; mevzu gerek Rusya, gerek Türkiye, gerekse de bölgemiz ve dünya açısından uçak düşürme olayının çok daha ötesindedir. Olağan koşullarda fazla abartılmadan diplomatik çabalarla düzeltilebilecek bir husus, bölgesel ve küresel bir soruna dönüşmüştür. Acaba Rusya neden konuyu büyük bir krize dönüştürmüş, yoğun ekonomik ilişkilerimize rağmen Türkiye’yi düşman ülke ilan etmiştir? Neden Doğu Akdeniz’e anormal bir askerî yığınak yapmaktadır? Niçin başta ABD olmak üzere batılı ülkeler savaş gemilerini Doğu Akdeniz’e göndermektedir? Suriye niçin Rusya’yı askerî operasyonlar için ülkesine çağırmıştır ve Rusya neden özellikle sınırımızın dibindeki Türkmen yurdunu vurmuştur? İran bu krizde niçin Türkiye’nin karşısında, Rusya’nın yanında yer almıştır? Bağdat yönetimi neden bir yıldır Musul’da bulunan askerî varlığımıza şimdi karşı çıkmaktadır? Suriye’nin kuzeyinde Kürt koridoru oluşturma stratejisinin altında yatan nedir? PKK, PYD ve DAEŞ bu sorunun neresindedir? Son yılarda Doğu Akdeniz’de keşfedilen büyük hidrokarbon rezervlerinin bu krizle ilgisi var mıdır? Türkiye sınırı aynı zamanda NATO sınırı olmasına rağmen, olup bitenler karşısında ABD ve NATO neden pasif kalmıştır? Uzun zamandır yerinde sayan AB-Türkiye ilişkileri son günlerde niçin yeniden canlanmıştır? Ak Parti iktidarının uygulamaya çalıştığı medeniyet eksenli büyük Türkiye vizyonunun son gelişmelerdeki payı nedir? Türkiye niçin Katar’da askerî üs kurmaktadır? Bölgemizde bir Sünni-Şii çatışması mı plânlanmaktadır? Esasen bu ve benzeri soruların cevapları büyük ölçüde iç içedir ve ancak jeopolitik bir bakış açısıyla cevaplanabilir.

MEVZU DERİN

Öncelikle olup bitenleri geniş ölçekte Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bozulan küresel dengelerin oturmamışlığına bağlamak mümkün. Yakın geçmişte hem hinterlandındaki ülkeleri, hem de Irak’ı ve Libya’yı kaybeden Rusya, Ortadoğu’da ve Akdeniz’deki etki alanının tamamını neredeyse yitirmiştir. Elinde sadece Suriye kalmıştır. Ancak 2000’li yıllardan itibaren enerji silahını iyi kullanmak suretiyle hızla toparlanmış ve masaya yeniden dönmüştür. Rusya, geçen birkaç yıl içerisinde Gürcistan’ı ve Çeçenistan’ı ezmiş, Ukrayna’yı parçalamış, Kırım’ı sessiz sedasız ilhak etmiştir. Putin’in liderliğinde sembolleşen yüksek özgüvenin de etkisiyle şimdi Akdeniz’deki son kalesi Suriye’yi yedirmeyeceğini söylemekte, bunla da yetinmeyip küresel paylaşımdan daha fazla pay istemektedir. Özellikle enerji kartını politik bir güç olarak kullanmakta, enerjide büyük ölçüde kendisine bağımlı olan AB’nin ümüğünü sıkmaktadır. Diğer yandan yeni hamlelerle doğalgaz tekelini kırma potansiyeline sahip Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’i askeri güç kullanmak suretiyle kontrol etme eğilimindedir. Klasik jeopolitik kuramları 17 milyon km²’ye yayılan geniş Rusya topraklarını dünyanın kalbi (heartland) saymış, buraya hükmeden gücün sıcak denizlere inmesi durumunda dünya hakimiyetini elde edebileceğini savunmuştur. Bu durum, kısmen günümüzde de de geçerlidir. Yani Rusya’nın eli jeopolitik anlamda bugün de güçlüdür. Şayet başarılı olursa, büyük ve güçlü bir oyuncu olarak yeniden tarih sahnesine geri dönecektir. Tıpkı eski günlerdeki gibi. Kaybederse, Afganistan mağlubiyeti sonrasında yaşadıklarına benzer bir hezimet kendisini beklemektedir. Kısacası Rusya, büyük oynamaktadır.

RUSYA TAMAM YA ÖTEKİLER?

İran, “ne doğu, ne batı” ilkesini ve İslam birliğini kendine şiar edinen devrimci önderlerinin aksine, yeniden mezhep silahına sarılmıştır. Kendi çıkarları uğruna Irak’ın parçalanmasına, kan gölüne dönmesine göz yummuş, Suriye’de dinle diyanetle hiç ilgisi olmayan eli kanlı Baas diktasını desteklemiştir. Böylece İran-Irak-Suriye ekseninde Akdeniz’e uzanan bir Şii kuşak oluşturmaya çalışmış, Hizbullah’ı Esed yanında cepheye sürmek suretiyle, Lübnan’ı da bu eksene eklemlemiştir. Bu kuşak şimdi Rusya ile birlikte hareket etmektedir. Üstelik asıl işi taşeronluk yaparak parsadan pay kapmak olan PKK-PYD tipi örgütleri de yedeğine almıştır. Şayet başarıya ulaşırlarsa İslam dünyasında ayrışma derinleşecek, özellikle Sünni dünyanın en büyük ve köklü ülkesi olan Türkiye ile Ortadoğu coğrafyası arasında büyük bir duvar örülecektir. Müslüman toplumlar “Medeniyetler Çatışması” projesi kapsamında birbirine kırdırılacaktır. I. ve II. Körfez Savaşı sonrası Kuzey Irak’ta oluşturulan Kürt bölgesi benzeri uydu bir coğrafya Kuzey Suriye’de de oluşturulacak, etnik ve ideolojik ayrışma körüklenecektir. İşin ilginç yanı bu hususlarda yer yer ABD, Rusya, İsrail ve bazı batılı ülkeler birlikte hareket etmektedir. Bu hususlarda yeni dünya düzeninin bütün kapıları açabilen kullanışlı maymuncuğu DAEŞ, efendilerine büyük hizmetler ve fırsatlar sunmaktadır.

DOĞU AKDENİZ’DE VE ORTADOĞU’DA BÜYÜK OYUN

Sonuç olarak Doğu Akdeniz’de ve Ortadoğu’da pek çok aktörün çeşitli nedenlerle içinde olduğu yeni ve büyük bir oyun sahneye konmuştur. Rusya, soğuk savaş dönemi sonrası kısa bir reklam arasının ardından, yeniden oyun masasındadır. Üstelik kaybettiklerini fazlasıyla geri istemektedir. Bu durum Türkiye-Rusya krizinin temel nedeni olup, uçağın dürülmesi bunun dışa vurumudur. Ancak aradan geçen sürede koşullar değişmiştir. Masaya “bu oyunda artık ben de varım” diyen yeni ve önemli bir oyuncu daha oturmuştur. Bu oyuncu yeri geldiğinde Kıbrıs açıklarında enerji konusuna müdahil olan, Suriye’de operasyonlar yürüten, Musul’da silahlı güç konuşlandıran, Katar’da askerî üs kuran, dünyanın en büyük 18. ekonomisine ve 8. askerî gücüne hükmeden, en önemlisi de kimlik ve kendine güven sorununu çözerek yeniden tarih sahnesine dönme iradesini ortaya koyan Türkiye’dir. Türkiye artık soğuk savaş döneminde olduğu gibi attığı her adımda Rusya’dan çekinen, kendisine NATO’nun veya ABD’nin verdiği üçüncü sınıf rolleri oynayan bir ülke değildir. Kendisi yeni oyun kurucudur. Üstelik bunu askerî ve ekonomik güce dayandıran hegemonik aktörlerin aksine, insanlık ve adalet anlayışı üzerinde inşa etmeye çalışmaktadır. Yeni büyük oyunun merkezi olan Türkiye, son hamlesiyle dünyaya “toparlandım, dönüyorum” mesajı vermektedir. AB bunu gördüğünden ve Rusya tehdidini iliklerine kadar hissettiğinden Türkiye ile müzakerelere yeniden başlamıştır. ABD bunun için sessizdir. Hiç kuşkusuz bölgemiz ve dünya bundan sonra esaslı gelişmelere sahne olacak, tarihçiler Rus uçağının düşürüldüğü 24 Kasım 2015’i milat olarak kaydedeceklerdir. Yaşayıp, göreceğiz.