Geçtiğimiz haftalarda Erzincan Tanıtım Günleri kapsamında fotoğraf tutkunlarına eğitim veren ünlü fotoğraf sanatçısı Faruk Akbaş, Erzincan’ı övgü dolu sözlerle anlattı. Akbaş, Erzincan’ın hem doğası hem de kültürel zenginlikleriyle fotoğrafçılar için eşsiz bir hazine olduğunu belirtti.
Akbaş, Ülkemizde bizi heyecanlandıran coğrafyalardan bir tanesi Erzincan. Gerçi bu kadar gelip geçtik buradan ama artık duruyoruz. Çünkü gerçekten burası fotoğraf potansiyeli çok yüksek bir şehir. Neden biliyor musun? Bak, şimdi Kızılcılar'dan aşağı iniyorsun, tekrar çıkıyorsun Sakatut'un geçidine. İn oradan aşağı, dağlar bitmiyor. Her taraf dağ. Dağlar güzellikler demek, zenginlik demek. Bütün dünya Nepal’e akıyor, Tibet’e gidiyor, Pakistan’ın kuzeni gidiyor. Dağları görmeye gidiyor. Çünkü dağlar o kadar güzel yükseltiler ki, görsel sanatları besliyor. Üçüncü boyut tadı veriyor onların yükseltileri. İşte Erzincan. Sağa bakıyorsun Muzurlar, sola bakıyorsun Keşiş Dağları. Oraya çıkıyorsun, göller, yaban hayatı, dağ keçileri, ayılar. Aşağıya geliyorsun Fırat’ın etrafında sansar ve çevresinde susamuru. Saymakla bitecek gibi değil. Bunlar fotoğrafçıyı besleyen ögeler.
Bunun dışında tarih var; Avrenk Manastırı, tarih ve kültür hazinesi, müthiş bir güzellik orada yatan tek başına gökyüzünün altında. Bunlar önemli değerler. Tarih, mimari, özellikler, yaşam, doğal zenginlik hepsi var Erzincan’da, fazlasıyla var. Biraz kuzeye doğru gidiyorsun, Oltukbeli’ne, dünyada hiç benzeri olmayan bir kükürtlü suyla karşılaşıyorsun. Kırmızı suyla karşılaşıyorsun. Oradan geliyorsun. Yine Oltukbeli’nde kırlangıç mutfakları olan geleneksel evler var. Yaşam zinciri devam ediyor. Buradaki geleneksel detaylar bugüne kadar gelmiş. Gel biraz daha, Mama Hatun Türbesi. Nasıl ilginç bir yapıdır, öyle değil mi? Var mı böyle bir benzeri bunun? Yok. Hemen yanındaki Kervansaray da öyle. Bunlar taş yapıların eşsiz örnekleri.
Buraya doğru yaklaşalım. Yolda çok güzel meyveler görüyorsun. Buranın tarım kültürünü gösteriyor. Zenginliğini gösteriyor. Nedir? En başta üzüm, meyveler. Bunlarla doğal ürünlerle bir uzurluk yapıyorsun. Bir tarafa bakıyorsun bir tepe, höyük. Höyüğün üstünde bir antik kent; Altıntepe. Altıntepe’nin sağına bakıyorsun, yüksek dağlar. Dağların üzerinde bulutlar, bulutlar akıp geçiyor. Hepsi fotoğraf. Arkaya dönüyorsun yine dağlar, yüksek dağlar. Düşünebiliyor musun? Gel Erzincan’a doğru. Gel içeriye. Erzincan’da bir kültür hazinesi devam ediyor. Mezarları falan saymıyoruz, hani o aslan, koç taşır mezarları falan. Onların üzerinde de var. Görebiliyorsunuz.
Erzincan’ın işi de öyle. Sanayiye gidiyorsun, bakırcılar. Biz fotoğrafçılar için çok değerli şeyler bunlar. Ve umarım yaşar. Çünkü bu zanaatçılar aynı zamanda teknolojiye direniyorlar. Kapitalizme direniyorlar. Bunlar başarılar. Bunlar bizim geleneksel değerlerimiz. Fotoğrafçı bunlarla beslenir, bunlarla kendi üretimini tamamlar, kendilerini bu şekilde ifade ederler. Onun için çok önemli.
Bu tarafa doğru gelelim. Kemaliye’ye söylemeye gerek yok, değil mi? Bırak Türkiye’yi, dünya markası bir yer. Doğu Anadolu’nun en güzel noktalarından bir tanesi. Gez gez bitmez, çek çek bitmez. Kemaliye’ye gel buraya doğru, oradaki vadiler, kanyonlar, Kemah. Kemah’da duracaksın. Neden? Muhteşem bir kare. Karenin altında böyle labirent, dehlizler, tüneller. Oradan aşkanıyorsun, nefis bir doğanın içerisinde, nehrin kenarında yürüyüş yapıyorsun. Çıkıyorsun, cümbeletler, türbeler, kale. Karşıya geç, kalenin manzarasını seyret. Hemen önünden dağ keçileri geçiyor. Dün dağ keçilerini fotoğrafladık, 100 metre önümüzde, hem de kalenin hemen önünde. Nerede var bu? Hangi dünya ülkesinde var? Baksana şimdi. Her zaman say say bitmiyor.
Yaz ayı geldiğinde ileri doğru, Kemah’taki tuz. Doğal tuz kaynaklarından üretilen tuzlar ve bu işletme nefis fotoğraf veriyor, çok güzel grafik fotoğraflar veriyor. Devam edelim Kemah’ın etrafındaki güzelliklere. Ardos Gölü, dağların tepesinde muhteşem bir göl, doğal bir hazine. Orada bir bakıyorsun, karşında Munzur var. Bulutlu Munzur’un zirveleri. Önünde uçurum. İşte üç boyut dediğimi demin söylediğimiz. Yani bunu her duyu organında yaşıyorsun. Sormarik Gölü, değil mi? Dağdaki Munzur’un eteklerinde. Nasıl bir yer orası? 3000 metreye yakın bir buzul gölü. Heyecanlanmak mümkün değil. Çıkıyorsun, çıkıyorsun böyle dağların arasından, vadiden arasından yükseliyorsun. Sonra karşında göçerler geliyor. Çadırda yaşayan yaylacılar geliyor karşına. Yani yaşam da var işin içinde. Daha bir kuru bir dağ değil. İnsanla ilişkili olduğu için daha da güzel, daha da anlamlı. İşte Erzincan. Erzincan biraz daha yukarı çık, her tarafta yaylacılar görüyorsun. Mert Yaylası, oradaki göller. Yaylacılar. O yüzden Erzincan çok eşsiz bir coğrafya bizim için. Çok sevdiğimiz bir bölge. Her geldiğimizde heyecanlanıyoruz ve dolu dolu fotoğraflarla dönüyoruz. Bu yüzden şanslıyız. Doğayı kişiselleştirmiş insanlara burası çok iyi bir ortam ve korunmuş bir ortam, o da önemli. Ve insan faktörünü de eklemek lazım.