Şekerlere tadı sinmiş, en nadide tatlara adı gizlenmiş bir bayramın son demlerini yaşıyorken yüreğimdeki aksakallı dervişin eteğine sıkıca tutunup Ahır Dağı eteklerindeki zorlu ama bir o kadarda zevkli ve manalı bir arayış sonrasında ulaşabilmiştim yüreğimin koca şairine…

Ellerimin, ellerine uzandığı ilk anda dilime name olmuştu yıllara meydan okuyan o dizeleri ve mırıldanmadan edememiştim.  

“Dilime sen verdin gül ezgisini,
Bir gönül üzdümse sebebi sensin! ...
Seninle aşmışım dur çizgisini,
Töreyi bozdumsa sebebi sensin! ...”
 

Duygu dünyam, efkâr çizgim onunla şekillenmiş, yüreğimden dökülen namelere onun şiirleri ilham membaı olmuştu. İlk kez onun şiirini ezberlemiş, her gün güne merhaba demeden sabah duası niyetine okumuştum onun; “Dilimde sabah keyfiyle yeni bir umut türküsü” diye başlayan ve “Ihlamurlar çiçek açtığı zaman” diye tekrarlanan dizelerini. Şiirleri onda sevmiş, yüreğime işlediğim sevdaları onun dizeleri ile perçinlemiştim. Abdurrahim Karakoç ile birlikte; bana sevmeyi, yeryüzünde yaşanılası onca çirkefe rağmen dünyaya yemyeşil bir pencereden bakmayı öğretmişti güzel insan, koca çınar Bahaettin Karakoç…

Sevgili eşimin deyimiyle; gün benim günümdü, bayram benim bayramım. Müsamere çocukları gibi sevinçli, heyecanlı ve bir o kadarda masumdum. Kahramanmaraş’ın dünyaya gülümseyen bütün güzellikleri, insanların ağzını şekerlendiren o meşhur dondurması, kebapları bile benim için bu kadar lezzetli değildi. Bahaettin Karakoç Hocamla kucaklaşmıştım. Yıllardır yüreğimde sakladığım vuslat özlemim son bulmuş, dünya gözü ile onu görmüş, olanca gücümle kucaklamış, mısra mısra şiir tüten kokularını ciğerime çekmiştim.

Ona yüreğimdeki sevdamla, elime aldığım naçizane bir eserimle ve buram buram Erzincan kokan duygularımla gitmiştim. “Ben Dede Korkut’u gördüm, Erzincan dağlarında, Munzur’da” diyordu o ve ben ona gördüğü rüyalarını ikram etme telaşına kapılmıştım. İlerlemiş yaşına ve ufak tefek rahatsızlıklarına rağmen yüreği on sekizlik atıyor, duyguları hâlâ elindeki müsveddelere sığmayacak kadar coşkundu…

Muhabbetimiz sevgili arkadaşımız Rana ablamdan açılıyor, diğer bir yürek dostumuz Tahir Erdoğan Şahin Hocamla devam ediyordu. Gâh mısralar dökülüyordu dilinden gâh sitem dolu sözler. Ama bir gerçek şaşmamıştı ki onun dilinden dökülen her cümle bir yürek işçiliğiydi, bir sanattı ve yürekten gelip bir başka yüreklere akıyordu.

Ezberlediğim ilk şiiri; “Ihlamurlar çiçek açtığı zaman” ın hikâyesini sormadan edemiyordum. Belki binlerce kez anlatmıştı ama hiç erinmeden bir kez de benim için anlatıyordu. Çok sevdiği kardeşi Abdurrahim Karakoç’u vefatının seneyi devriyesinde yâd ediyor, Mihriban’ın hikâyesini bir kez de ona en yakın insandan dinleme şerefine nail oluyordum.

Evinin duvarlarını kaplayan binlerce kitabı arzu dolu bakışlarla süzüyor, üzerine yüreğinden bir şeyler dökülen imzalı kitabını ise büyük bir onurla alıyordum onun o defalarca öptüğüm öpülesi elinden.

Büyük kızı ile birlikte bir hayalleri vardı. Uzak bir hayal diyorlardı ama yine de hayalini kurmak bile onların göz bebeklerinin dolunay misali parlamasına yetiyordu. Doğup büyüdükleri, sevgili biraderi Abdurrahim Karakoç ile birlikte çocukluklarının geçtiği, Abdurrahim Karakoç’un Mihriban’ın sarı saçlarına sevdalandığı belde olan Cela’ya (Ekinözü) bir kültür evi kurmak ve yıllardır evinde biriktirdiği bu kitapları oraya bağışlamaktı.

Yüreğim burkulmuştu. Zira henüz bir yıl öncesiydi ve Abdurrahim Karakoç’un üzerine atılan topraklar henüz taptazeydi. Yolum Cela’ya düşmüş, bir Karakoç izi aramıştım o kuytu beldede. Mihriban’ı aramıştı gözlerim beldenin tozlu sokaklarında. Ama nafile… Bir dünya biliyordu Karakoçları ama Cela çoktan unutmuştu. Sokaklar ıpıssız, belde kimsesizdi adeta. Bir koşu içmelere uğradıktan sonra çıkıp Şardağ’ın başından onun gözüyle bakmıştım Elbistan’a, Cela’ya… Ve yüreğim buruk ayrılmıştım oralardan dilimden süzülen binlerce sitemle…

“ Rabbim sana hayırlı uzun ömür versin yüreğimin şairi, güzel insan Bahaettin Karakoç. Sana, senin duygularına ve dünyaya senin gibi bakan insanlara o kadar ihtiyacımız var ki! ” Diye, binlerce dua ile yine yüreğim buruk, nice başka zamanlarda görüşebilme dileklerimle yine onun dizelerini terennüm ederek ayrılıyordum o gönül hanelerinden…

“ Ihlamurlar çiçek açtığı zaman
Ben güneş gibi gireceğim her dar kapıdan
Kimseye uğramam ben sana uğramadan
Kavlime sâdıkım, sâdıkım sana
Takvim sorup hudut çizdirme bana
Ben sana çiçeklerle geleceğim
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.