Dünyada “İslamofobi”nin ortaya çıkmasında ve İslam karşıtlığının yayılmasında bir çeşit gizli servis projesi olarak hayata geçirildiğine inandığımız “Türklerin Hıristiyanlara soykırım yaptığı”na yönelik sözde iddiaların propagandist faaliyetlerle sürekli güncel tutulmasının çok önemli bir etkisi vardır. Kamuoyu oluşturmak amacı ile farklı merkezler tarafından ortaya atılan ve tarihsel gerçeklerle hiçbir şekilde örtüşmeyen sözde “Ermeni, Pontus, Arami soykırımı” iddiaları, bugün artık görülmektedir ki, bu merkezlerin ortak faaliyetleri olarak kendini göstermektedir. Bu konuda Yunanistan adeta bir lokomotif işlevi görmektedir. 1821’de Mora’da, 1919’da Anadolu’da, 1963’te Kıbrıs’ta yaptıkları Türk katliamlarını yüzlerine vuran yerli ve yabancı arşiv raflarındaki binlerce belgeye rağmen bugün “yavuz hırsız” misali baskın gelmeye çalışmaktadırlar.

Mora’da çıkardıkları isyanın 200. yıldönümü dolayısıyla dünyanın birçok merkezinde kutlama hazırlıklarının yapıldığı bugünlerde Kıbrıs’ta camilere yapılan saldırılar Rum-Yunan vandalizmini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Yunanistan’ın ve Rumların bu konuda yalnız olduklarını söylemek tarihsel gerçeklerin gölgesinde büyük bir safdillik olacaktır. Batı bu konuda en büyük faildir ve perde arkasında ipleri ellerinde olan kuklasını oynatan bir tiyatrocu görünümündedir.

BATI’NIN HELEN HAYRANLIĞI

Avrupa’nın kendini tanıma ve tanımlama girişimleri 15. yüzyıldan sonra ırkçı bir nitelik kazanmıştır. O zamana kadar herhangi bir dayanağı bulunmayan veya herhangi bir şekilde ilgilenilmeyen Avrupa’nın kökeni sorununun çözümünde, 1830 yılında siyasal bir organizasyona dönüştürülen Yunanistan, merkezi ve stratejik bir yer tutmuştur. Nitekim ilkçağda Yunanistan olarak adlandırılan bölge ve kültürü ile yakınlık, Avrupa’nın kendisini dayandırabileceği, tartışmalı da olsa bir temel oluşturduğu gibi Doğu’ya yönelişini haklı gösterebileceği somut ve soyut sembolleri yansıtmıştır.

Efsanelerle desteklenen Yunanistan=Avrupa miti kısa sürede Avrupa’da yaygınlaştırılmıştır. Sonuçta İlkçağ Yunanistanı ve onunla ilgili her şey “Helen” soyundan gelen Avrupa’nın doğuşu olarak ele alınmaya başlanmıştır. Özellikle Avrupa Efsanesi, önce Asya ve İlkçağda Yunanistan olarak adlandırılan bölge, daha sonra da bu bölge ile Avrupa arasındaki zorunlu ve kaçınılmaz bağlantının kurulmasında önemli bir rol üstlenmiştir. Böylece, Helen uygarlığının başlangıçtan itibaren Avrupa’yı içinde barındırdığını söylemek kolaylaşmıştır.

Uydurma olduğu iddia edilen Batı’nın miras ve köken teorilerinin ikinci ayağını ise Roma oluşturmuş ve böylece Batı’nın soyağacı sorunu ortadan kalkmıştır. Roma’nın, Avrupa’nın kendisi olarak kabul edilmesi ile Avrupa, yayılmacılığını Kutsal Roma veraseti ile açıklayabilmiştir. Kısacası, Avrupalı güçler arasında çatışmalara varan karşıtlık oluştursa da Roma, Hıristiyan Birliği’nin yegâne temsilcisidir. Sonuçta emperyalist Batı’nın kendini uygar ve güçlü bir geçmişle ilişkilendirmesi sağlanırken; bu özelliklerinin ona bahşettiği geri kalmış ve güçsüz ötekilerin yaşadığı Doğu’yu ıslah etme ve sömürgeleştirme görevine haklılık kazandırmıştır.

Mora Yarımadası üzerinde Yunanistan isminde bir devletin meydana gelmesi 300 yıllık bir çabanın eseridir. Yunanistan, Avrupalı devletlerin çıkarları açısından genel bir uzlaşmanın sembolü olmuştur. Bugün bir devlet olarak adlandırılmakta ise de Yunanistan’ın kuruluşu ve niteliği, siyasal ve sosyal kriterler açısından tartışmalıdır. Yunanistan, 1830 yılında Avrupalı güçlerin çıkarlarının örtüştüğü bir coğrafyada sosyolojik açıdan millet olma özellikleri tartışmalı bir topluluğa dayandırılmaktadır.

İlkçağ Yunanistanından ilk olarak Avrupa’nın kökeni sorununun çözümünde yararlanılmıştır. 15. ve 19. yüzyıllar arasında Avrupa, İlkçağ Yunanistanı ile hayali bir yakınlık kurarak onunla ilgili her şeyi Avrupa’nın doğuşu olarak açıklamıştır. Avrupa’nın kendisini İlkçağ Yunanistanı ile ilişkilendirmesi süreci beraberinde güçlü bir Helen hayranlığı şeklinde bir saplantı olarak Avrupa kamuoyunun bilincine yerleştirilmiştir. Edebiyat alanında eski Yunan klasikleri tekrar tercüme edilerek yazılmış; bu gelişmeler Osmanlı Devleti tebaası olan Rumlar arasında da geçmişlerine karşı özlem ve hayranlık uyandırmıştır.

Yunanistan devletinin kuruluş süreci, Rusya’nın Grek Projesi’ni ortaya attığı 1787 yılından sonra siyasallaştırılmaya başlanmıştı.

Rusya’nın zorlamasıyla başlayan Yunanistan Devleti’ni oluşturma çabalarında, Almanya önemli bir rol üstlenmiştir. Almanya’da ortaya çıkan “Ari Irk” teorisi için İlkçağda Yunanistan olarak adlandırılan bölge ve bu bölgedeki kültürü kaynak olarak ele alan Eskiçağ Bilimi adlı bir disiplin geliştirilmiştir. Almanya’nın ön plâna çıktığı ve 1790-1830 yılları arasını kapsayan bu süreç “Helen Tutkunluğu” olarak adlandırılmıştır.

Almanya’da kuramsallaştırılan İlkçağ Yunanistanına dayandırılan yeni sistemler, emperyalizmden uzaklaşmaksızın, diğer Avrupa ülkelerine ve Amerika Birleşik Devletleri’ne de yayılmıştır. Daha sonra, akademik sıfatlar kazandırılan bu disiplinler ve çalışmalar, Avrupalı güçlerin politika ve stratejilerinin belirlenmesinde önemli bir rol oynamıştır.

Mora Yarımadası’nda Yunanistan’ın kurulması için hazırlıklar tamamlanmış ve coğrafi sınırları belirlenmiş olmasına rağmen Yunanistan olarak öngörülen bölgede sosyolojik kriterler açısından Yunan adlı herhangi bir unsur yoktu veya bölgede sayıca çok az miktarda bulunan ve Yunan oldukları iddia edilen unsurların ırksal özellikleri ise tartışmalıydı. Bununla birlikte kaynak olarak görülen İlkçağ Yunanistanında yaşayan toplulukların da iddia edildiği gibi Yunan olarak adlandırılabilecek ortak bir ırk kökeninden gelmemeleri, sorunu daha da zorlaştırmıştı.

MORA İSYANI VE TÜRK KATLİAMI

Yunanistan devletini oluşturma çabaları, 1821’de uygulama aşamasına gelmiş ve “Yunan İsyanı” olarak adlandırılan Mora’daki isyan, Almanya başta olmak üzere Avrupa’da heyecanla karşılanmıştır. Çok sayıda Avrupalı gönüllünün de katıldığı isyan, Avrupa’da Yunanistan hayranlığı olarak kendini gösteren ırkçı bir propagandayı da ortaya çıkarmıştır. 

1821 yılının Mart ayında başlayan Yunan ayaklanması, Osmanlı memurlarının öldürülmesiyle başlamıştır. Bunu, Nisan ayında Güney Yunanistan’daki Mora’da bulunan Türkler üzerine bir genel saldırı izlemiştir; bu saldırıda Yunan çeteler ve köylüler buldukları her Türk’ü öldürmeye başlamışlardır. Bazıları, kendilerine öldürülmeyeceklerine dair söz verilmesi üzerine teslim olmuşlar, ancak bunlar da katledilmişlerdir. Kaçanlardan birçoğu, örneğin Lakonia bölgesindeki Türkler, yollarda kıyımdan geçirilmişlerdir. Kalelere sığınanların geriye dönüş umudunu yok etmek için Müslümanların kuleleri ve kırsal evleri yakılmış, mülkleri tahrip edilmiştir. Yunanlar öylesine bir nefret ve kin ile dolmuşlardı ki, öldürecekleri canlı Türk bulamayınca Türk mezarlarını açıp ölülerin kemiklerini de yakmaya başlamışlardı. Meydana gelen bu isyan sürecinde Yunanlar gözlerini kırpmadan yaklaşık 30 bin Türk’ü katletmişlerdir.

Patras Başpiskoposu Germanos’un ağzından çıkan ayaklanmanın milliyetçi sloganı; “Hıristiyanlara huzur! Konsoloslara saygı! Türklere ölüm!” idi. Yunan ayaklanması, Mora Yarımadası’na yayıldıkça Türklerin kıyımdan geçirilmesi de her bölgede tekrarlandı. Bazı bölgelerde Türk kadınları zengin Yunanlarca köle olarak alınırken birçok yerde de işkence ile öldürülmüşlerdir. Yunanların kâfir saydıkları Yahudiler de en az Türkler kadar kıyımdan geçirilmişlerdir.  İngiliz yazar William St. Clair’e göre, “Grekler arasındaki bu vahşice öç alma iştiyakı, çok geçmeden katletme zevkine dönüşüyordu.” Bir başka İngiliz yazar David Howarth da, “Grekler, bu cinayetleri işlerken herhangi bir neden aramıyorlardı. Kan dökme şehvetine kapıldıkları için öldürüyorlardı.” demektedir.

Yunanistan’ın bir siyasi organizasyon olarak 1830’da devletleşme sürecinde Batı’nın ne derece rol oynadığını görmek için Yunanistan’da ilk defa yapılan 1844 seçimlerindeki siyasi partilerin isimlerine bakmak yeterlidir. Yunanistan’daki 1844 seçimlerine adları; Rus Partisi, İngiliz Partisi ve Fransız Partisi olan Yunan siyasi partileri katılmıştır. Bu seçim sonrasında başkanlığını Ioannis Kolettis’in yaptığı Fransız Partisi iktidara gelmiştir.

Kolettis’in; “Türklere karşı mücadele 1821’de değil, İstanbul’un ele geçirilmesinden sonra başladı. Savaşçılar, sadece 1821’de savaşanlar değildir; Savaşçılar, 400 yıldır Türklere karşı mücadeleye devam etmiş ve devam etmekte olanlardır” gibi Türkler aleyhine demeçleri ve söylemleri, zaman içerisinde yayılmacı Yunan politikasının sloganı haline gelmiştir