Sığınmacı ülkesinde ölüm korkusu yaşayacak düzeyde zor durumda olan birinin, korkusuz yaşama hakkını elde edebilecek bir alana zor da olsa ulaşması ve orada hayatını sürdürmeye başlamasıdır. Sığınmacı ülkesinde hayat şartları normale döndüğünde geri dönmek üzere geçici olarak sığınır farklı bir ülkeye.
Diğer bir tabirle Sığınmacı ölüm korkusuyla evini, yurdunu, işini, gücünü terk etmeyi göze alan ve gideceği yerde her zorluğu göğüslemeye hazır olan kişidir.
Sığınmacılar aciz, güçsüz, halsiz, takatsiz ve ülkesini terk etmesine vesile olanlarla savaşamayacak kadar zavallı konumunda olan kişilerdir.
Peki, ülkemize son yıllarda misafir diye aldığımız ama ülke nüfusumuzun yapı taşları haline getirdiğimiz, savaşlardan zulümlerden kaçan, kendilerini sığınmacı diye adlandırdığımız milyonlarca kişinin ne kadarı yukarıda belirlediğimiz sığınmacı tariflerimizle uyumlu acaba?
Son Afgan göçü, önceden planlanmış bir göçtür. Çünkü gelenlerin kadın, çocuk ve aciz insanlar olmadığını, tam tersine gençlerin, hatta ülkesini korumak adına ölümü göze alıp savaşması gerekenlerin çoğunlukta olduğu bir göçtür. Gelenlerin deaş la veya ülkemizi bölüp parçalamak isteyen uluslar arası terör örgütleriyle bağlantıları olup olmadığını iyi araştırabiliyor muyuz acaba?
Zaten sınırlarımızı koruyabilmek adına büyük bir mücadelenin içerisindeyiz. Birkaç yıl sonra içimizden çıkacak yeni ihanet şebekelerinin oluşmasına yol açmamalı bu göçler.
Ensar- Muhacir ilişkisiyle konuyu gündeme taşımak isteyenler, bu konuda büyük yanılgı içerisindedirler. Peygamberimiz döneminde ki muhacirler, peygamberimizle birlikte mecburi göçe tabi tutuldukları halde, vatanlarına dönebilme adına şehit olmayı göze alabilen insanlardı.
Sayıları belliydi. Onları misafir edenleri zorlamayacak sayıda idiler. Belirli bir müddet sonra hepsi şehit olmayı göze alarak savaşıp, şehitler vererek haklı davalarından vazgeçmeyip, geriye döndüler.
Onlar Allah’ın Cebrail vasıtasıyla peygamberimize göç izni vermesi sonucunda muhacir olmuş ve gittikleri yerde kalıcı olmayı hiç düşünmemişlerdi. Peki, bize gelenlerin tümü muhacir midir?
Hayır, ekseri çoğunluğu, geri gitmemek üzere topraklarımızda kalıcı olmayı düşünen, dostumuz ya da düşmanımız olup olmadıklarını çok iyi bilmediğimiz kişilerdir.
Bizim ekonomik yapımız ve güvenlik konumumuz; belirli bir sayının üzerinde, uzun süre ülkemizde konaklayacak sığınmacıları kabul edebilecek düzey demidir? Tabi ki değil.
Ne zaman Türkiye ayakları üzerinde durmayı başarmak için gayret gösterse, bu gayreti yok etmeye çalışan iç ve dış düşmanlar hemen harekete geçerler.
Evet, artık bu sığınmacı konusu ülkemiz için adeta bir işgal eylemine dönüşmeye başlamıştır. Ülkemizde kolayca mal mülk ediniyorlar, iş aş bulabiliyorlar, toprak sahibi bile olabiliyorlar. Aslında bunlar yalnız sığınmacılara tanınan haklar değil, parası olan tüm yabancılar ülkemizden konut, arsa, tarım arazisi, işyerleri satın alabiliyor ve serbest ticaret yapabiliyorlar.
Devletimiz tarafından artık bunların hepsine bazı sınırlamaların getirilmesi gerekiyor. Serbest piyasa ekonomisi bahane edilerek, ülkemizin gelecek kuşakları yabancılaştırılmamalı.
Neyse konumuza dönelim, peki bu sığınmacılar sığınmak için gittikleri yerlerde nasıl bir hayat sürmelidirler?
Sığınmacılar, gittikleri yerlerde kendilerine güvenli liman sunan ülkelerin halklarıyla uyumlu ve sorun yaratmadan uyum içerisinde bir yaşamı kendilerine ilke edinmelidirler.
Gittikleri yerlerin gerçek sahiplerini incitmeden, yasalara uygun hareket etmeli, ülkenin milli duruşuna zarar verecek hal ve hareketlerden kaçınmalıdırlar.
Bizim ekonomiksel ve sosyal anlamda onlarca yıldır gelemediğimiz konumlara, bizden daha hızlı gelmek için kanun yasa tanımayan eylemlere girişerek huzurumuzu bozmamalıdırlar.
En önemlisi de; ülkemize, kendi ülkelerindeki bir şehre girmekten daha kolay şartlarda ulaşmamaları gerekir. Çünkü bu kolaylık onlarda, ülkemizin yasal anlamda yeterince güçlü olmadığı ve böyle bir ülkede yasalara riayet etmeden hayatlarını idame ettirebilecekleri duygusunu tavan yapar tavan.
Kültürümüz farklı, örf ve ananelerimiz farklı, inanç birlikteliği olsa dahi inanç eksenlerimiz farklı, milli duygularımız uyuşmuyor, farklı diller konuşuluyor tüm bunlar tarih boyu kader birlikteliği yapmış ve Türkleşmiş farklı boyların ortak heyecanını yok eder.
Bizler bu vatanın öz evlatları olarak, Alevi,sünni, laz, çerkez, kürt Abaza azeri Türkmenler olarak bu aziz vatanı zor günlerinde hep birlikte savunduk, kader birlikteliği yaparak topraklarımızın işgaline kahramanca karşı koyduk.
Ne yeterince silahımız ne de cephanemiz vardı. Göğüslerini düşman süngülerine kalkan eden bir ecdadın torunlarıyız. Çok kan akıttık, çok da kanımız aktı. Bu mübarek vatanın her zerresinde şehit kanlarımız var.
Hala vatanın birliği ve Misak-i Milli sınırlarının korunması adına şehitler vermeye devam ediyoruz. Birlikte istiklalimizi ve istikbalimizi kazandık, böylece Misak-i Milli sınırları içerisinde birlikte yaşamayı hak ettik.
Bizim büyük mücadeleler vererek kazandığımız ve yaşamayı hak ettiğimiz bu aziz vatana, ölüm korkusuyla gelen sığınmacılar, kendi vatanlarında bizler gibi kahramanlık destanları yazmak yerine, muhacir olmayı yeğlemişlerdir.
Emperyalist güçlerin planlı bir şekilde dünyaya izlettikleri bu vahşete, işgal altındaki ulusların halkları ölümü göze alarak dur demek zorundadırlar. Örnek olarak yıllarca bu mücadeleyi yalnız başına yapan bir Filistin halkı vardır. Zaten onlarca yıl önce Filistinlilerin yanlarında durulabilseydi, bugün ki vahşetler belki de yaşanmazdı.
Aslında bu büyük oyun bizim üzerimize oynanmaktadır. İçten ve dıştan vatanımızı bölüp parçalamak isteyen, emperyalistler ve onların uşakları olan haysiyetsizler, bu aşırı göç dalgalarıyla bizleri hem ekonomik, hem siyasi, hem de sosyal anlamda zayıf düşürerek amaçlarına erişmek istiyorlar.
Buradan yetkililere seslenerek diyorum ki; ülkemizin aldığı bu göçler muhacir anlamını yitirmiştir. Bu ülkemizin sinsice işgaline doğru giden bir yolculuktur. Lütfen buna engel olunuz.