Ankara’nın büyük marketlerinden birisinde yaşlı bir kadın, kuru gıda maddelerinin bulunduğu kısımda dakikalardır aranıp duruyor. Bir ara tuz paketlerinin bulunduğu rafa takılıyor. Tuz paketlerinin hemen hepsini elden geçirerek tek tek kontrol ediyordu. Bu durum, marketin güvenlik kameralarından yöneticilerin dikkatini çekiyor. Yönetici, yaşlı kadının bir rahatsızlığının olduğu kanaatine varmış olmalı ki stant görevlilerinden birisini çağırarak olayı kameradan gösteriyor ve durumu izah ediyordu. Görevli apar topar o bölüme koşuyor ve kadını, biraz da sert bir üslupla uyarıyordu.
“Kaya tuzu arıyorum kızım, Kemah Tuzu…” Yok, teyzeciğim elimizdeki mevcut tuz çeşitleri bunlar. Değişik markalar ve ülkemizin seçkin markalarını satıyoruz biz. Kaya tuzu diye bir marka ben duymadım şimdiye kadar… Evet, kaya tuzunu bir markanın adı olarak algıladığına göre duymadığı, bilmediği apaçık belliydi.
“Sen bilmezsin evladım, kaya tuzunun ne olduğunu. Ben aslen Erzincanlıyım, yıllar oldu memleketimi terk edip buralara göçeli. Bizim çocukluğumuzda iri taneli kaya tuzları olurdu. Biz yemeklerde onları kullanırdık. Üstelik çok ta lezzetli olurdu annemim pişirdiği yemekler.”
Yaşlı teyze kim bilir hangi asırdan bahsediyordu. O anlattıkları olsa olsa birkaç yüz yıl öncesinde olurdu. Şimdi fabrikalarda üretilmiş, rafine edilmiş, hijyen kurallarına azami titizlik gösterilerek paketlenmiş ve piyasaya sürülmüş birçok tuz çeşidi vardı. Belki de bu teyze yıllar sonra ilk kez markete tuz almak için gelmişti. Yada aklı eski zamanlara gitmiş ve canı nostalji yapmak istemişti.
Genç kıza meramını anlatamayacağının farkına vardığı için fazla ısrarcı davranamamış ve marketin yöneticileri ile görüşmek istediğini söylemişti. Genç görevli, teyzeyi satış ve pazarlama müdürünün yanına getirdikten sonra görevinin başına dönmüştü. Yaşlı kadın az önce görevli kıza anlattıklarını marketin satış müdürüne de anlatıyordu ama nafile. Genç satış müdürü, yaşlı teyzeyi bir süre dinliyor gibi yaptıktan sonra;
“Teyzeciğim, sizi anlıyorum. Siz memleket özlemi çekiyorsunuz. Eski zamanları özlediğiniz belli ama şu an elimizde öyle bir tuz çeşidi mevcut değil. Kaldı ki elimizdeki tuz çeşitleri Türkiye’nin en kaliteli markalarıdır. Eğer özlem duyuyorsanız, memleketinizden birisi ile irtibata geçerek o tuzdan getirtebilirsiniz.”
Bütün bu çabalar teyzeyi tatmin etmemişe benziyordu. Müdüre son bir soru daha soruyordu. O da; “bu tuzlar nerede üretiliyor?” sorusuydu.
Marketin satış müdürü bir iki mırın kırın ettikten sonra, ülkemizin büyük göllerinden birisi olan Tuz Gölü civarlarında üretildiğini tereddütlü olarak ta olsa söylüyordu.
Yaşlı kadın dün akşam televizyonda bir belgesel film izlemişti. Bu filmde ülkemizin tuz üretiminin büyük oranını karşılayan Tuz Gölü’nün son yıllardaki içler acısı durumu ve oradaki tuzlalardaki tuz üretimi anlatılıyordu. Evet, son yıllarda yaşanan kuraklıklardan dolayı Tuz Gölü’nün su seviyesi oldukça düşmüştü. Hatta kıyılar iyice iç kısımlara doğru çekilmiş, çekilmeyen kısımlarda ise su seviyesi bir metreye kadar düşmüştü. Üstelik çevresindeki birçok il ve ilçenin kanalizasyon suları ve sanayi atıkları da Tuz Gölü’ne hiçbir arıtım yapılmadan akıtılıyordu.
Yaşlı teyzenin anlattıkları satış müdürünün dikkatini çekse de onu çok ta inandırıcı bulmamıştı. “Şimdi buradan gidince memleketimdeki yetkililere bir mektup yazacağım ve artık Konya’nın ve civar illerin kanalizasyonlarının, sokak ve sanayi atıklarının aktığı bir gölden üretilen tuzları yemek istemediğimi, Kemah’ın dağlarında sahipsiz ve ilgisiz kalmış o tertemiz tabiat kokan tuzların rafine edilerek insanlara sunulması gerektiğini anlatacağım onlara.” Diyordu.
Yaşlı kadın kararlıydı. İzlediği o belgesel filmden sonra artık memleketinin kaya tuzunu kullanacaktı. Eğer bu feryadı duyulmaz, istekleri dikkate alınmazsa kendi imkânları ile memleketinin kaya tuzuna ulaşmaya çalışacak ve bundan sonraki hayatında Kemah Tuzu kullanacaktı…