Eğitimci Yazar Saim Aybey'in Kaleminden...

Yıllarca Eğitim alanında çalışan biri olunca Eğitimci gözüyle her meseleyi ele almayı istemek kadar doğal bir durumda yoktur sanırım, sıcağı sıcağına bu ‘Radar’ meselesini yazmak istedim.

Devletin varlık gerekçesi, milletin huzuru, güvenliği ve refahıdır. Bu anlayış, kadim devlet geleneğimizde de, çağdaş hukuk sistemlerinde de aynı özü taşır: Devlet, milletin hizmetkârıdır; millet için vardır. Ne zaman ki devlet, kendi kendine varlık sebebi üretmeye başlar; işte o zaman toplumla arasına görünmeyen duvarlar örülür. Bugün bu duvarlardan biri de, küçük ama etkili bir örnek olan radar uygulamaları üzerinden şekillenmektedir.

Radar cihazları, trafik güvenliğini sağlamaya yönelik teknik araçlardır. Doğru yerde, doğru amaçla kullanıldığında hayat kurtarıcıdır. Ancak amaçtan sapıldığında, araç bizzat bir sorun hâline gelebilir. Radarın temel işlevi ceza kesmek değil, insanları hız sınırına uymaya yönlendirmek olmalıdır. Fakat ne yazık ki toplumun büyük bir kesiminde, radar deyince akla ilk olarak cezalandırma geliyor. Bu algı, rastlantısal değildir; uygulamada yaşananlar halkın zihninde birikmiş ortak bir tecrübenin yansımasıdır.

Bu noktada mesele sadece bir radar cihazı meselesi değildir. Daha büyük ve derin bir yapısal sorunun habercisidir: Devletin, bireyi eğitmek yerine, onu cezayla terbiye etmeye çalıştığı bir anlayış sorunu. Oysa sağlıklı bir toplum, ceza ile değil, eğitimle inşa edilir. Eğer hız yapan sürücü radar cezasından değil, vicdani ve sosyal sorumluluk bilincinden dolayı ayağını gazdan çekiyorsa işte orada gerçek bir devlet-millet bağı kurulmuştur.

Devlet, toplumun değerleriyle konuşmalıdır. Radar cihazlarının sayısını artırmak değil, hız yapmanın neden kötü olduğunu anlatmak; cezayı artırmak değil, bilinç oluşturmak esastır. Eğitim, bu anlamda sadece okullarla sınırlı bir süreç değildir. Toplumun her kademesine yayılmış, sürekliliği olan ve davranış değiştirmeyi hedefleyen bir bilinçlendirme süreci olmak zorundadır. Kitle iletişim araçları, sosyal medya, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları hep birlikte bu eğitim seferberliğine dâhil edilmelidir. Çünkü bilmeyen cezalandırıldığında, öğrenmez; yalnızca kırılır.

Bu çerçevede göz ardı edilmemesi gereken bir diğer önemli nokta da, illerde bulunan İl Trafik Kurullarıdır. Bu kurullar, radar noktalarının belirlenmesinden trafik akışının yönlendirilmesine kadar birçok konuda karar alma yetkisine sahiptir. Ancak bu kararlar çoğu zaman toplumdan kopuk, denetimsiz ve şeffaflıktan uzak bir biçimde alınmaktadır. Hangi gerekçeyle hangi kararın alındığı çoğu zaman halkla paylaşılmamakta, böylece güven duygusu zedelenmektedir. İl Trafik Kurullarının aldığı kararların düzenli olarak denetlenmesi ve gerekirse merkezi idare tarafından gözden geçirilmesi elzemdir. Aksi takdirde bu kurullar, kamu yararı yerine kişisel ya da yerel önceliklere hizmet eden yapılara dönüşebilir.

Vatandaş, devletin karşısında değil, yanında yürümelidir. Bunu sağlamak da yine devletin asli görevidir. Ceza ile değil, bilgiyle; yasakla değil, ikna ile bu yürüyüş mümkün olabilir. “Devlet millet içindir” sözü, sadece bir slogan değil, uygulamada hayat bulması gereken bir ilkedir. Milletin kendini içinde bulmadığı hiçbir uygulama, ne kadar teknik olarak doğru olursa olsun, meşruiyet kazanamaz.

Bugün radar uygulamaları üzerinden yükselen toplumsal tepki, aslında hız sınırı ile ilgili değil, güven sınırı ile ilgilidir. Devletin asli sorumluluğu, bu güveni onarmak ve güçlendirmektir. Bu da ancak vatandaşın sesini duyan, karar alma süreçlerine halkı dahil eden, eğitimi temel alan bir yönetim anlayışıyla mümkündür.