Eğitimci Yazar Saim Aybey'in Kaleminden...

Ben bir kavram uydurdum: “Dijital DEHB.” Henüz bilimsel literatürde karşılığı yok. Bu terimi, uzun yıllardır sahada çalışan bir uzman olarak kendi meslek pratiğimde gözlemlediğim bir değişimi anlatmak için kullandım. Bu kavram, klasik dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun (DEHB), günümüz dijital çağında geçirdiği dönüşümün bir adı. Bu klasik DEHB den biraz daha farklı biraz daha rahat tedavi edilebileceğini de düşünüyorum. Bu yazımı  dikkatle okursanız belki çocuklarınızdan belki de kendinizden bir şeyler bulabilirsiniz.

Benim mesleğe başladığım yıllarda DEHB nadiren karşılaştığımız, bazı özel çocuklarda görülen bir tablodan ibaretti. Bugünse yirmi kişilik bir sınıfta üç, bazen beş çocukta bu belirtileri net biçimde gözlemlenebiliyor. Dahası, bu çocukların aileleri genellikle bu durumun farkında bile değil. Tabiki bu artışı bilimsel ilerlemeye de bağlayabiliriz. Tanı yöntemlerinin gelişmesi bu artısın nedenidir diyebiliriz ama bir çözümü görmezden gelebilme ihtimalini de ortadan kaldırmış olamayalım istiyorum. Aileler Çocuklarının yalnızca “yaramaz”, “inatçı” ya da “tembel” olduğunu düşünüyorlar. Oysa ki burada çok daha derin, çağın dayattığı yeni bir dikkat biçimi söz konusu olabilir.

DEHB, çocuğun dikkatini toplamakta, sürdürmekte ve davranışlarını denetlemekte zorlandığı; aynı zamanda dürtülerini bastırmakta güçlük yaşadığı nöro-gelişimsel bir durumdur. Beyindeki bazı bölgelerde dopamin adı verilen kimyasal maddenin dengesizliğiyle ilişkilidir. Bu durum çocuğun dış dünyadan sürekli uyaran aramasına, sık sık yerinden kalkmasına, odaklanmakta güçlük çekmesine neden olur. Bu yokluk hissi her türlü bağımlılığa açık bireyler olmalarına neden olur.

-Eğer çocuğunuz bir etkinliği başlattıktan kısa süre sonra sıkılıyor ve başka bir şeye geçmek istiyorsa,

-Eğer yaşına göre dikkat süresi belirgin biçimde kısa ise,

-Eğer sakin bir şekilde oturması gereken zamanlarda sürekli hareket halindeyse,

-Eğer konuşmalar arasında söz kesiyor, sırasını beklemekte zorlanıyorsa,

-Eğer yönergeleri takip etmekte ve başladığı işleri tamamlamakta zorlanıyorsa,

-Eğer ödev, kitap okuma gibi uzun süreli dikkat gerektiren işlerden kaçıyorsa,

-Eğer çok kolay dikkatini kaybediyor, sık sık eşyalarını unutuyor ya da kaybediyorsa,

bu belirtiler dikkat eksikliği ve dürtü denetimi güçlüğüne işaret ediyor olabilir.

DEHB nörobiyolojik bir temele dayanır; ama bu belirtilerin ortaya çıkış biçimi ve şiddeti, çocuğun yaşadığı çevreyle yakından ilişkilidir. Özellikle günümüzde çocukların doğdukları andan itibaren dijital ekranlarla iç içe büyümesi, onların dikkat sistemini biçimlendiren en önemli etkendir. Hızla değişen görüntüler, kısa süreli videolar, oyunlardaki anlık başarı ödülleri çocuğun beyninde yoğun dopamin salınımı yaratır. Bu dopamin “patlamaları” zamanla çocuğun gerçek hayattaki doğal uyaranlara karşı ilgisini azaltır. Sınıf ortamı, kitap okuma, sakin etkinlikler çocuğa artık sıkıcı gelmeye başlar. Bu durum, DEHB’nin doğal belirtileriyle örtüşen bir tablo ortaya çıkarır.

2018 yılında JAMA Pediatrics’te yayımlanan geniş kapsamlı bir araştırmada, gençlerde dijital medya kullanımının artışıyla dikkat ve dürtü kontrol sorunlarının da arttığı görülmüştür. Aynı yıl Time dergisi, ekran süresi ile dikkat dağınıklığı arasındaki ilişkiyi haberleştirmiştir. Elbette bu çalışmalar henüz dijital dünyanın doğrudan DEHB’e neden olduğunu ispatlamasa da, güçlü bir bağlantı olduğunu gösteriyor.

Dijital DEHB, yalnızca bir kavram değil, aynı zamanda bir uyarıdır. Çocuklarımızın dikkatini, duygularını ve davranışlarını dengeleme becerisi, biz yetişkinlerin sunduğu çevresel koşullarla doğrudan ilgilidir. Ekran süresine sınırlama getirmek(dijital perhiz), yüz yüze iletişimi ve oyun ortamlarını artırmak, çocuklarımızın duygusal ihtiyaçlarına zamanında ve şefkatle yanıt verebilmek bu sürecin en temel basamaklarıdır.

Ancak burada önemli bir yanlışa da dikkat çekmek gerekiyor. Sahada sıklıkla karşılaştığım bir durum şu: Aileler çoğu zaman çocuğun yaşadığı dikkat sorununu ya da dürtüselliğini doğrudan ele almak yerine, bunun ortaya çıkardığı sonuçlarla mücadele ediyor. Örneğin DEHB’li bir çocuğun derse odaklanmakta zorlanması nedeniyle hemen özel ders alınmaya başlanıyor. Oysa sorun çocuğun öğrenme isteği değil, öğrenme ortamında dikkatini sürdürememesi. Sorunun kökenine inmeden yalnızca sonucu düzeltmeye çalışmak, kısa vadede bir çözüm gibi görünse de uzun vadede çocuğun psikolojik yükünü artırıyor.

Benzer şekilde, çocuğun davranışları okulda problem yaratmasın diye onu sosyal ortamlardan uzak tutan, arkadaşlarıyla geçirdiği zamanı kısıtlayan aileler de oluyor. Bu da çocuğun yalnızlaşmasına, kendini ifade etme becerilerinin zayıflamasına, hatta özgüven kaybına yol açıyor. Oysa DEHB’li çocuklar, doğru destekle sosyal ilişkilerde gelişebilir, sorumluluk alabilir ve kendi iç dengelerini kurabilirler. Bunun için önce onları oldukları gibi görmek, sonra da onlara güvenli ve sabırlı bir yol arkadaşlığı sunmak gerekir.

Çocuklarımızı geleceğe hazırlarken, sadece notlarını değil, dikkatlerini, duygularını ve insan ilişkilerini de gözetmeliyiz. Onları anlamaya çalışmak, en güçlü müdahaledir.